Federasyondan Haberler

ÇERKES FED BAŞKANI NUSRET BAŞ’TAN 21 MAYIS SÜRGÜN ve SOYKIRIM AÇIKLAMASI

Çerkes Dernekleri Federasyonu Başkanı Nusret Baş 21 Mayıs 1864 Çerkes Soykırım ve Sürgünü’nün 159. yıldönümü münasebetiyle  yaptığı açıklamada işlenen zulmü kınayarak bu süreçte tüm hayatını kaybedenleri rahmetle andıklarını söyledi.  Çerkes Dernekleri Federasyonu binasında yapılan açıklamayı federasyona bağlı derneklere mensup kalabalık bir izleyici grubu takip etti.

Açıklamanın tam metni şöyle:

Dünyanın tüm onurlu ve saygın insanları!

Bugün, Çerkesler ve Kafkas halklarının soykırımdan geçirildiği, top yekûn karanlıklar içine atıldığı facianın 159. yıldönümü… Sözlerime, bu soykırım saldırılarında vatan toprağına düşen veya yurdundan sürülerek gurbet ellerde gözlerini hayata yuman tüm ecdadımızı rahmet ve minnetle anarak başlıyorum. Ve diliyorum ki, Allah hiçbir halka bir daha böyle acılar yaşatmasın.

 Saygıdeğer dostlar,

Başımıza gelen ve toplumlarımızı çil yavrusu gibi dünyanın dört bir yanına dağıtan bu facianın bütün boyutlarını su yüzüne çıkartmak, sorumlularını hesap vermeye zorlamak ve düzenlenecek dönüş ve rehabilitasyon programları ile halkımızı toparlayarak ona güvenilir bir gelecek inşa etmek zorundayız. 21 Mayıs ve benzeri anma günleri, ulusumuzu bütünleştiren, mensubiyet duygularımızı canlı tutan, bu amaca hizmet eden günlerdir. Dolayısıyla bu günleri geleceğimizi aydınlatan meşaleler olarak görüyoruz.

Saygıdeğer dostlar,

Rusların Kafkasya’yı işgal planlarının, halklarımızın soykırımdan geçirilip sağ kalanların da sürgüne gönderilmesinden çok öncesine uzanan 300 yıllık bir mazisi var.

Kafkasya ile ilk fiili teması Prens Temruko’nun kızı Pranses Mari ile evlenen İvan Grozni kurdu. Diğer kuzey batı komşularımızın Kafkasya’ya karşı olan saldırgan tutumu, 1567’de Ruslarla yardımlaşma esaslı bir dostluk anlaşmasının imzalanmasıyla sonuçlandı. Bu ilişkilenme sonucu Slav Kazakları gruplar halinde Kafkasya’ya yerleşmeye başladı. Terek bölgesindeki Tarki’de, Rusya, İran ve Kafkasya arasında kullanılan bir ticaret bölgesi oluşturuldu. İzlediği siyasetle Kafkasya’yı yavaş yavaş Rus girdabına çekmeye çalışan İvan Grozni 1587’de hayatını kaybedince yerine geçen Romanov hanedanı Tarki’yi mülkü kabul ederek çökmek için Hazar Denizi kıyısına asker gönderdi. Bu oldu bittiye göz yummayan Dağıstan ve Kabardey kuvvetleri 1595 tarihinde ani bir baskın yaparak Tarki’deki Rus kuvvetlerini tamamen imha etti. İşte o tarihten itibaren 1763’e kadar aralıklı; 1763’ten itibaren ise 101 yıl süreyle neredeyse kesintisiz süren Rus saldırıları sonucu tüm Kafkasya adeta bir kan banyosundan geçerken, demografisi de tarumar oldu. 300 yıl süren savaşlarda doğudan batıya tüm Kafkas halkları yüzbinlerce evladını kurban verdi.

Savaşa katılan Çarlık generallerinin de itiraf ettiği gibi, Çarlık otokrasisi Kafkas halklarına, özellikle Adige, Ubıh ve Abazalara daha önce insanlık tarihinde görülmemiş ölçekte bir soykırım uyguladı. Bu süreçte Çarlık, Kafkasya topraklarını ele geçirme arzusuna hizmet edeceğini düşündüğü akla gelebilecek her türlü yöntemi kullandı.

1834’ten itibaren beş yıl boyunca denizle bağlarını kesmek için bir kıyı kaleleri zinciri inşa etti. İşgal ettiği bütün bölgeleri kurduğu kalelerle abluka altında tuttu. Çerkesleri dağlardan ovalara inmeye zorlamak için ormanlarını kesti, köylerini yok etti, ekinlerini yaktı ve sığırlarını çaldı. Barınaksız ve yiyeceksiz bırakılan çok sayıda yerleşimci, açlık, tifüs, çiçek gibi bulaşıcı hastalıkların pençesinde ölüme terk edildi. Ve nihayet insani ve maddi kaynakların tükenmesi sonucu saldırılar işgalcilerin lehine sona erdi.

21 Mayıs 1864’te Rus general Pavel Grabbe, bugün Krasnaya Polyana dedikleri Kbaada’de Papazların katıldığı ve tütsüler yaptığı ayinlerle Kafkasya’nın işgalini kutlayan bir zafer yürüyüşü tertip etti. İşte onların zafer günü olarak kutladıkları bu gün, 159 yıldır bize yas günü oldu.

Saygıdeğer dostlar,

Direnişin sona ermesiyle sağ kalanlar kıyılara sürüldü. 50-60 kişi kapasiteli teknelere 300-400 kişi istif edildi. Aşırı yüklü gemiler açık denizlerin dalgalarına dayanamayarak Karadeniz’in dibini boyladı. Sağ kalanlar gerek aşırı yük nedeniyle ezilerek, gerek salgın hastalıklarda hayatını kaybetti. Türk ordusunda subay olan Çerkes Nuri bu tabloyu şöyle ifade ediyor:

“Köpekler gibi yelkenli teknelere tıkıldık. Nefes nefese, aç, perişan, hasta halde, artık kaderimizin en iyi faslı olacak diye düşündüğümüz ölümü bekliyorduk. Hiçbir mazeret dikkate alınmadı: ne aşırı yaşlılık, ne hastalık, ne hamilelik!  Rus hükümetinin, yerleşimcileri desteklemek için ayırdığı tüm para bir yerlere gitti, ama nereye? Biz hiç görmedik. Sığır muamelesi gördük, yüzlercemiz ortak yataklara atıldık. Kimin sağlıklı, kimin hasta olduğu ayırt edilmeden en yakın Türkiye kıyılarına boca edildik. Birçoğumuz öldü, geri kalanlar ise herhangi bir yerde çöktü kaldı.”

Evet, işgal edilen topraklarda kurulan askeri rejim, hayatta kalanlar için yaşam koşullarını alabildiğine zorlaştırdı ve bu da Türkiye’ye göçün peyderpey 1914’e kadar sürmesine yol açtı.

Kafkas halkları bu süreçte büyük bir zayiat verdi. Gen havuzu zarar gördü.

100 bine yakın Wubıh’ın tamamı topraklarından çıkartıldı.

Batı Adigeleri, topraklarının ve nüfusunun % 90’ını kaybetti. Ruslar bölgeye ayak basmadan 4 milyona yakın olan Kuban bölgesi Adige nüfusu soykırım ve sürgün sonrası 60 binden daha aza düştü. Karadeniz sahilinde yaşayan 300 bin Şapsığ’dan sadece 1000 tanesi anavatanında kalabildi. 18. yüzyılın ortalarında yaklaşık 300 bin kişiye ulaşan Kabardey nüfusu, 19. yüzyılın son çeyreğinde sadece 35 bine inmiş, yani dokuz kat azalmıştı.

Abazalar 1877-78 harbine kadar süren vahşet ortamında nüfuslarının % 70’inden fazlasını kaybetti. Bzıp Nehri’nin üst bölgesinde yaşayan Abazaların tamamı Osmanlı topraklarına deport edildi.

Diğer bölgelerdeki Kafkas halklarının ise daha az sayıdaki kısmı, uygulanan baskılar ve geçinecekleri toprakların ellerinden alınması sonucu vatanlarından ayrılmak zorunda bırakıldı.

Balkanlar, Anadolu ve Ortadoğu’daki Kafkas diasporası, soykırım sonrası gerçekleştirilen işte böyle bir sürgün sonucu oluştu.

O zamanın askeri tarihçisi Rostislav Fadeev, Rus emperyalizminin günümüze yansıyan özünü şu şekilde tanımlamıştır: “Devletin Kuban ötesi topraklarına ihtiyacı vardı, ancak insanlarına değil.”

Bu ırkçı ifade, Rus emperyalizminin emelleri uğruna tüm ulusları yok etmekten çekinmeyecek kadar zıvanadan çıkmış bir ruh haline sahip olduğunun ispatından başka nedir ki?

Nitekim devlet sistemleri değişti, Çarlar gitti parti genel sekreterleri geldi, onlar gitti yeni devlet başkanları geldi fakat Rusların toprak işgal hevesi ve yerli halkları yok etme politikası asla değişmedi. Bu histerinin devam ettiğini, son 10 yılda Kırım ve Ukrayna topraklarına yönelik işgal saldırılarında açıkça gördük zaten. Belli ki bu zihniyetin iflah olacağı yok. Bu durumda umuyor ve diliyoruz ki bu gözü dönmüşlük tez zamanda artık kendi sonunu getirsin.

Bu düşüncelerle tüm ölmüşlerimizi bir kez daha rahmetle anıyor ve onların manevi huzurunda söz veriyoruz ki,
Hiçbir zaman vaz geçmedik, vaz geçmeyeceğiz!
Yaşasın Halklarımızın Varoluş Mücadelesi!
Kahrolsun sefil emperyalizm !

NUSRET BAŞ
ÇERKES DERNEKLERİ FEDERASYONU BŞK.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu