Araştırma/Analiz

15. YILINDA 13 EKİM 2005 NALÇİK OLAYLARI

AZRET PONEJEV

13 Ekim 2005 sabahı, çeşitli tahminlere göre 200 ila 300 kişiden oluşan bir grup silahlı insan Nalçik’e saldırdı. İçişleri Bakanlığı Aşırılıkla Mücadele Merkezi, cumhuriyetçi UFSIN, UFSB ve Nalçik’teki İçişleri Bakanlığı’na bağlı diğer güvenlik güçleri binaları saldırıya uğradı. Sivil tesislerden ise bir havacılık mekanı ile bir av dükkanı saldırıya uğradı.

O günü hatırlıyorum, Zalukokoaje’de yaşıyorduk. Burası Nalçik’ten uzak olmayan küçük bir köy ve ben 4. sınıfa gidiyordum. Saldırı başladıktan hemen sonra ailem beni okuldan aldı. Haberlerde ne olduğunu örenince çok yakınımızda bir savaşın sürdüğünü ve insanların ölmekte olduğunu fark ettim. Nalçik’te yaşayan akrabalarım büyükannem veya amcamın  acı çekmesinden endişeliydim. Ama savaşın nedenini henüz anlayamamıştım.

Şehirdeki çatışmalar 14 Ekim’e kadar devam etti ve her iki tarafta da 100’ün üzerinde ölümle sonuçlandı. Resmi rakamlara göre saldırganlardan 97 kişi hayatını kaybederken 70 kişi de teslim oldu.

Şimdi, bunca yıldan sonra, o gün ne olduğuna ve cumhuriyetimde ondan önce ne olduğuna çok daha geniş bir şekilde bakma fırsatım var. Bugün, Nalçik’e yapılan saldırının ve kolluk kuvvetleri ile cumhuriyetin Müslümanları arasındaki askeri çatışmanın büyük ölçüde misilleme olduğunu anlıyorum. Ama anladığım en önemli şey: Nalçik’teki olayların istihbarat servisleri ve toplum arasındaki ilişkilerde başlangıç ​​noktası olduğu.
Ve bu ders hepimiz için önemli.

İşte Ekim 2005 olaylarından bir yıl önce gerçekleşen bir örnek.

RASUL TSAKOEV

27 Eylül 2004 sabahı Kabardey-Balkar’da ikamet eden Rasul Tsakoev, çalıştığı dükkanın yakınında SOBR (Özel Çevik Müdahale Birimi ) memurları tarafından gözaltına alındı. Kafasına bir çuval geçirdiler ve onu birden fazla kez sorguladıkları karakola götürdüler. Yasadışı silahlı Yarmuk grubuna katıldığını itiraf etmesi için üç gün boyunca işkence gördü. Lastik coplarla dövdüler, yüzüne, başına, boynuna ve omuzlarına sigara bastılar, tırnaklarının arasına iğneler soktular, çelik telle kollarını ve bacaklarını büktüler ve şok ettiler. Rasul ancak 29 Eylül’de bölümden çıkarıldı ve Hasanya kenti yakınlarındaki bir çöp sahasının yanına atıldı. Onu yoldan geçenler buldu ve evine götürdü. Yakınları tarafından çağrılan ambulans, Rasul’a kafa içi travması, sarsıntı, kaburga kırığı ve böbrek kontüzyonu ve vücudunda çok sayıda morluk teşhisi koydu. Aceleyle hastaneye kaldırıldı, ancak Rasul 4 Ekim 2004’te hastanede öldü. Tıbbi rapora göre, ölümü böbrek yetmezliği, zatürre ve çok sayıda ağır yaralanmadan gerçekleşmişti.

7 Ekim’de Resul’ün ölümü hakkında bir ceza davası açıldı. Rusya Federasyonu Ceza Kanunu’nun “kasıtlı olarak ağır bedensel zarar verme, mağdurun ihmal nedeniyle ölümüne sebep olmak” suçlamasını içeren 111. Maddesine göre. 7 Şubat 2005 tarihinde, “kovuşturmaya konu olan kişilerin kimliklerinin tespit edilememesi nedeniyle” dava takipsizlikle sonuçlandı. Ve aynı 2005 yılında İçişleri Bakanlığı, Rasul’un terör eylemleri organize etmek için para topladığını iddia etti.

2005’ten 2009’a kadar olan dönemde, Tsakoev’in beş arkadaşı, kolluk kuvvetleri tarafından yürütülen özel operasyonlar sonucunda öldürüldü. Resul’ün başına gelenlere benzer şekilde bazı kişiler de sorgulandı ve işkence gördü. Böylece taciz ve işkence, kolluk kuvvetlerinin “Vahhabiler ve radikaller” ile savaşması için kullanılan bir araç haline geldi.

Kolluk kuvvetlerine karşı askeri direnişe geçmeden önce, “Kabardey-Balkar Cemaati” lideri Musa Mukojev ve cumhuriyetteki diğer Müslüman liderler, (Çeçenya’daki savaşı kastederek) “kardeşlerimize karşı doğrudan veya dolaylı olarak savaşta yer alan topluma karşı merhamet ve hoşgörü olmaz” düşüncesini açıkça belirttiler. Mukojev, “Medyada konuşurken, er zaman mücahitlerle hiçbir ilgimiz olmadığını ve bir tehdit oluşturmadığımızı vurgulamaya çalıştık” dedi. Ancak bu barış vaazları bir noktadan sonra işe yaramadı.

Nalçik’e yapılan saldırıyla ilgili soruşturma, Rusya Federasyonu Başsavcılığının Güney Federal Bölgesi genel merkezi tarafından yürütüldü. İddianame Ağustos 2007’de kabul edildi ve tutuklananlar terör eylemi yapmak, rehin almak, yasadışı silah bulundurmak, İçişleri Bakanlığı görevlilerinin hayatına tecavüz, cinayet ve silahlı isyanla suçlandılar.

Mart 2008’de jüri oluşturuldu. 58 sanıktan 34’ü açıklamalarıyla bunu destekledi. Ancak, 30 Aralık 2008’de Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda jüri üyelerinin artık terörizm ve aşırılıkla ilgili davalara bakamayacakları şeklinde bir değişiklikler yapıldı. Buna göre, mevcut yasal ve siyasi sistemde Rusya’da terörizm ve aşırılıkçılıkla suçlananlar devletin mutlak düşmanıydı; evrensel hukuk kavramı onlara uygulanamazdı.

Suçlamanın doğası öyledir ki, devlet bu sanıklara gerekli hukuki yöntemlerin uygulanmasına izin vermeyeceği şekildedir. Bu tür suçlardan şüphe duyulması ve dahası kolluk kuvvetleri için suçlamalarda bulunulması, kanıtlanmış suçlulukla eşdeğer kabul edilmektedir.

20 Ağustos 2013’te savcılık sanıkların tamamen suçlu olduğunu duyurdu. Karar 23 Aralık 2014’te açıklandı. Beş sanık (Rasul Kudaev, Eduard Mironov, Anzor Mashukov, Murat Bapinaev ve Aslan Kuchmenov) ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Üç kişi ceza süresinin dolması nedeniyle mahkemece tahliye edildi. Geri kalanlara 10 ila 23 yıl arasında değişen hapis cezaları verildi. Ekim 2005’te Nalçik’e yapılan saldırıdan, mahkemenin kararını açıkladığı Aralık 2014’te kadar dokuz yıl geçti. Bu süre zarfında soruşturma kapsamında 1500’den fazla inceleme yapıldı, yaklaşık 2500 tanık sorguya çekildi ve olay mahallinde yaklaşık 120 inceleme yapıldı.

Nalçik’e yönelik saldırıya ilişkin dava medyada “Dava 58” adıyla, saldırganların kişisel ahlaki sorumluluğunu sergiler mahiyette lanse edildi. Sanki o zamanlar Nalçik’te yasayla korunan şeylere, insan hayatına, insan haklarına ve özgürlüğüne tecavüz eden sadece bu “58” kişi imiş gibi.

Sanıkların 58’i rejim düşmanları olarak kabul edildi. İddianameleri ve tutuklulukları, birincil derecede ulusal öneme sahip bir konuydu. 58 sanığın 57’si suçunu kabul etti, ancak bu soruşturma makamlarının gayretli çalışmaları ve sorgulananlar gerçekten suçlu oldukları için olmadı. Yazılan mektuplardan, karşılaştıkları işkencenin dehşeti anlaşılabilir.

EDUARD MİRONOV’UN MEKTUBUNDAN

“… beni şok ettikleri cihaz bozuldu. Birçoğu oradaydı (Organize Suç Kontrol Dairesi). Bacaklarımı kırdılar, sonra beni boynumdan asmaya kalkıştılar… sonrada vücudumda hep aynı yere sert bir şekilde vurmaya başladılar; öyle ki daha sonra bu yere tek bir dokunuş bile şiddetli ağrıya neden oluyordu. Yorulduklarında, bu yere copla dürtüyorlardı… ”

 ANZOR MAŞUKOV’UN BİR MEKTUBUNDAN

“Rustam (Organize Suç Kontrol Dairesi çalışanı) sol eliyle başımı arkadan tuttu ve sağ eliyle yüzümün sol tarafına vurmaya başladı. Bu, Rustam’ın yumruğu acıyıncaya kadar devam etti… Daha sonra göğsüme dirseğiyle vurmaya devam etti ve beni bilmediğim şeyi söylemeye zorladı.”

Bu tür sayısız itiraf var ve sanıklardan kaçının Nalçik’e düzenlenen saldırıya fiilen katıldığını ve kaçının “örgüt adına” mahkum edildiğini bilmiyoruz. Mahkemenin suça karar vermesi için, sanığın cumhuriyetteki Müslümanların Manevi İdaresi (Diyanet) tarafından kontrol edilmeyen belirli bir camiye gitmesi veya saldırganlardan biriyle ilişkisi olması yeterliydi. Örneğin mahkûm edilmiş Ruslan Nogerov’u ele alalım. Sekiz tanığın da doğruladığı üzere, saldırı sırasında evdeydi. Ancak saldırıya gerçekten katılan Rüstem Mameev’i tanıyordu.

“Dava 58″de sanıklara işkence yapıldığına dair soruşturmalar sonrasında, 2005 yılından bu yana tek bir ceza davası bile açılmadı.

“Dava 58”, Rusya’nın Müslümanlarla ilişkilerinde özellikle sembolik bir öneme sahiptir. 5 Haziran 2005’te Uluslararası Helsinki İnsan Hakları Federasyonu “İnguşetya, Kuzey Osetya, Kabardey-Balkar: Çeçenya’dakilere benzer insan hakları ihlallerinin yayılması” raporunu yayınladı. Bu isim bir dönüm noktasını yansıtıyor: Çeçenya örneğinde “Vahhabiler” dış düşman olarak kabul edildi, ancak bu yaklaşım daha sonra diğer Kafkas cumhuriyetlerine yöneldi.

İlk Çeçen savaşı, Çeçen Cumhuriyeti topraklarında “anayasal düzeni yeniden tesis etmek” amacıyla Aralık 1994’te başlamıştı. Bu savaşın sona ermesinden üç yıl sonra, ikinci Çeçen savaşı başladı, ancak buradaki söylem anayasal düzeni yeniden sağlamak değildi. Bu savaş resmi olarak “terörle mücadele operasyonu” olarak adlandırılıyordu. İki Çeçen savaşında Arap ülkelerinden gelen yabancı savaşçılar “Vahhabilik” ve “radikal İslamı” yaymakla suçlandı. “Terörizm” ve “radikalizm” kategorilerinin diğer Kafkas cumhuriyetleri sakinlerine de aktarılması, işkence ve yargısız zulüm de dahil olmak üzere otomatik olarak onlarla savaşmanın yeni yöntemlerini başlattı.

Rus kolluk kuvvetlerinin Yarmuk veya KBC Cemaat gibi tanınan terör örgütleri ve topluluklarla mücadelesinin özelliği, bir grup yönelimi olarak kendini gösteriyor: Bir birey ve onun masumiyeti artık hiçbir şey ifade etmiyor. Grup yönelimi kolay ve hızlı hareket fırsatı veriyor. Örneğin muhalif ruh hali veya samimi inanç gibi yalnızca birkaç karakteristik niteliği vurgulayarak kalabalık grupları “tehlikeli suçlular” olarak almak mümkündü. Ve bunun sadece Kafkasya için geçerli olduğunu düşünmek yanlış olur. Bu yaklaşım daha önce çoğu durumda Müslümanlara uygulanmış olsaydı, İçişleri Bakanlığı’nın anti-faşistler veya rastgele vatandaşlar arasında yeni “teröristler” bulduğunu şimdi görmezdik. Örneğin “SETİ (Ağ)”* davası, büyük ölçüde “Dava 58″den bir aydınger kağıdı gibi kopyalanmıştır.
__________________

* “SETİ (Ağ)” Terörist örgüt olarak tanınmakta ve Rusya Federasyonu’nda yasaklanmıştır. Penza ve St. Petersburg’dan dokuz solcu genç, ülkeyi istikrarsızlaştırmak için cumhurbaşkanlığı seçimi ve Dünya Kupası esnasında, Rusya’da terör eylemleri gerçekleştirecek bir terörist topluluk oluşturdukları gerekçesiyle tutuklanarak suçlanmışlardı.

Alıntı: Novaya Gazete, 12 Aralık 2020
Makalenin orijinal başlığı: “Mutlak Düşman”
Edit: Kuşba E.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu