Erol Karayel

Aydın Turan’ı da Yolcu Ettik…

EROL KARAYEL

Evet, acılıyız…
Dostumuz, kardeşimiz, Kafkas halklarının istiklal davasının tutkulu münevveri Aydın Turan’ı 14 Eylül günü genç yaşında ebedi aleme uğurladık. Geride, çalışmalarına muhtaç mahzun bir halk, gözü yaşlı bir eş, pırlanta gibi bir kız evladı bıraktı. Rabbim kabrini nur, mekanını cennet eylesin. Ailesinin, yakınlarının ve tüm Kafkasya halklarının da başı sağ olsun.

***

İzmit’in Ketenciler Köyü’ne yerleşmiş Adigeler’in Thaane ailesine mensuptu Aydın Turan. Thaane ailesinden diyorum ama O bizler ve tüm Çerkesler gibi sülale ismini her bulduğu fırsatta gururla dile getiren biri olmadı hiçbir zaman. Çünkü Çerkeslerin bu soy sop takibi işlerine mübalağalı düşkünlüğünden ciddi şekilde rahatsız oluyordu. O bunların daha ötesinde halkların güçlü birliğinden yanaydı. Ona göre Kafkasya davası etnik değil, siyasi bir meseleydi. Verilen kavga da, istiklali çiğnenmiş bir milletin haklarını arama mücadelesiydi. Bu bağlamda bir Birleşik Kafkasya idealine inanıyordu Aydın Turan. Bu ideal, mikro milliyetçilikte karar kılmış, burnu Kafdağı’nda “cahil romantikler”e hayal gibi gelebilir ama o böyle düşünenlerden milyon kere daha realistti. Çünkü o Kafkasya halklarının coğrafyasını ve içine düşürüldükleri demografik dezavantajları iyi biliyor, bu gerçeğin verdiği mesajları ayakları yere basar bir şekilde okuyabiliyordu. Bu gerçekten hareketledir ki Kafkasya halklarının kurtuluşunun ancak birlik içinde olmalarıyla mümkün olabileceğini her vesileyle dile getiriyordu.

MUSTAFA AYDIN TURAN (1961-2017)

Araştırmalarını da bu eksende yürütüyordu Aydın Turan. Vatanından atılmış değişik Kafkas halklarına mensup bir avuç siyasi mültecinin Kafkasya’nın istiklali için verdikleri mücadeleyi öğrenmeye adamıştı kendisini. Onların Paris, Varşova, Prag, Münih, İstanbul çemberinde yürüttükleri, istihbarat servislerinin dışında pek kimsenin ilgilenmediği ve bilmediği çalışmalarını, deniz dibinden inci, mercan toplayan bir dalgıç gibi dağınık yayınların satır aralarından tek tek çıkartmış, -şimdiye kadar tüm geçmişimizin olduğu gibi- bu yaşanmışlıkların da tarihin karanlık sayfalarında kaybolup gitmesine müsaade etmemişti. Daha 2007 yılında Kafkasya Dağlı Halklar Partisi’nin tarihi üzerine yaptığı hacimli çalışmanın sonuna geldiğini söylemişti. O tarihten sonra da üzerinde çalıştı ve nihayet kitap olabilir duruma getirdi. İki yıl önce APRA Yayıncılık’ta basmak için bu kitabı kendisinden istediğimde Profil Yayıncılığa verdiğini ve basım için sıra beklediğini söyledi. Henüz basılmadığı için okuyamadık tabii ama mükemmel bir çalışma ortaya çıkardığından hiç şüphem yok. Çünkü Aydın kılı kırk yaran titiz bir araştırmacıydı. Hiçbir detayı es geçmezdi. Onun az sayıdaki araştırmasına bakarsanız, dip notlarındaki açıklamaların neredeyse ana metnin hacminde olduğunu görürsünüz; sebebi, hiçbir detayı ihmal edemeyen ve bilginin değerini iyi bilen mizacıdır elbette.

Aydın’la çok oturduk, çok konuştuk. Konuşmalarımız da hep Kafkasya eksenli oldu. Ama özel hayatlarımızı bilecek kadar bir yakınlığımız olmadı. Dolayısıyla ben onu daha çok entelektüel cephesi ile tanıdım. Ama çevresinde bulunanlar aracılığıyla bu entelektüel zenginliği nasıl elde ettiğine dair de bilgi sahibi oldum. Örneğin bir dönem Aydın’la daha yakın olan bir ortak arkadaşımız, kendisiyle aynı evde bazı geceler geçirdiğini, akşamları kitabı elinden hiç düşürmediğini, kendisinin yatıp uyuduğunu, sabah kalkınca Aydın’ı hiç yatmamış ve hala kitap okur halde bulduğunu şaşkınlıkla anlatmıştı. Birikimini işte böyle böyle edinmişti Aydın.

Tabii arkadaşımızın bu gözlemi aynı zamanda bedenini nasıl hor kullandığını da ortaya koyuyor Aydın’ın. Buna bir de bizim de gözlemlediğimiz aşırı çay ve sigara tüketimini ilave edecek olursak nasıl bir sonuç doğacağını da kestirebiliriz elbette. Nitekim yakalandığı menhus hastalıkta, tiryakiliklerinin ve bu yaşam tarzının da önemli payı olduğunu düşünüyorum Aydın’ın.

Son anına kadar halkının sorunlarıyla ilgilendi.  En son telefon ettiğinde, “Kuzey Kafkasya Tarihi’nden Belgeler” ve Kalmık Yura’nın “Yoldaki Dönemeçler” adlı kitaplarını istemişti benden. Bu ilgisini hayra yorarak sevinmiş, sağlığı hakkında bilgi aldıktan sonra hava değişikliği olacağı düşüncesiyle kendisini Federasyon’a davet etmiştim. “İnşaallah, biraz daha toparlanayım gelirim…” demişti. Kayıtlara bakıyorum 21 Ağustos’ta kargolamışım ben kitapları kendisine. Son konuşmamız da o oldu Aydın’la.

***

Vefatından sonra değerini daha iyi anladık Aydın’ın. Şimdi bizlere çalışmalarına sahip çıkmak ve mümkünse üzerine birkaç tuğla daha koyarak onları geliştirmek düşüyor.

Sağlığında değerini pek bilemediğimiz dostlarımızın ardından böyle hayıflanmaya başlayınca, taşlama ustası Temel Temürcü’nün, Aşık Veysel öldükten sonra Gülhane Parkı’na heykelini diktiklerinde yazdığı dörtlük geliyor hep aklıma:

Sağlığında tutmayız
Sanatkarın elini,
Ölür Veysel misali
Dikeriz heykelini.

Böyle vefasız duruma düşmemek için hayatta olan değerlerimizin kıymetini bilip, kendilerine ve eserlerine sahip çıktığımızı göstersek ve onlara dünyada iken mutluluğu yaşatsak daha iyi olmaz mı?

***

Bu duygularla Aydın kardeşimize bir kez daha Mevlâ’dan rahmet diliyorum.

2 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu