Kırım Hanzadelerinin Kafkasya’da Talim ve Terbiyesi
Yazan: Dr. A. SOYSAL
Rus işgalcilerinin gelişinden evvel, kudretli Kırım Hanlığı ile komşusu Çerkesistan (Şimalî Kafkasya) arasında, her iki memleketin kültürce de yaklaşmasına yardım eden, gayet sıkı dostluk ve iyi komşuluk münasebetleri geçerli idi.
Pek tabi, bu iyi münasebetler bir anda oluşmamıştı. Bunun öncesindeki zamanlarda Kırım Hanları ile Kafkasyalılar arasında sık sık çarpışmalar oluyordu. Bu çarpışmaların faydasızlığına kanaat getiren Hanlar, dostluk tesisine çalışarak, bu maksatla çocuklarını tâlim ve terbiye etmek için (Atalıki) ye, Çerkeslere göndermeğe başladılar.
Cesaretleri, asaletleri, ailevî ve millî an’aneleri ve sosyal nizamlarıyle şöhret bulan Kabartay ve Çerkesistan, bilhassa, Kırım Hanları’nın nazarı dikkatini ve hayranlığını çekiyordu. Bunun içindir ki Hanlar, çocuklarını tercihan Kafkasya’nın bu eyaletlerine gönderiyorlardı.
Bu dikkat çekici tarihî olay şöyle cereyan ediyordu:
Han’ın veya Han sülâlesinden birinin çocuğu dünyaya geldiği zaman derhal özel bir haberci ile Çerkes ve Kabartay hükümdarlarına haber gönderilir ve çocuğun büyütülmesi ve tâlim ve terbiyesi için memleketlerine kabul edilmesi rica olunurdu.
Bu haber alınır alınmaz, çocuğun bakımı ve talim ve terbiyesi ile meşgul olacak sütnineyi ve mürebbiyi seçmek üzere, halk umumî toplantıya davet edilirdi. Bu toplantıda seçilen sütnine ve mürebbiye (mürebbi: yetiştirirci, terbiye edici), tantanalı bir surette, üzerlerine aldıkları bu mühim ve şerefli vazifenin manevî ve toplumsal ehemmiyeti anlatılırdı. Bundan sonra, çocuğu getirmek için, 300 kişilik bir süvari kafilesinin refakatinde sütnine ve mürebbi Kırım’a gönderilirdi.
Kafile mensupları, en yeni elbiselerini giyer, en iyi silâhlarını kuşanır ve cins atlarına binerek, Kuban yoluyla Taman’a doğru yola çıkarlardı. Taman’da, bütün kafile, atlarıyla birlikte gemilere biner ve Kerç Boğazı’nın 7 kilometrelik deniz yolculuğundan sonra, Kamışburnu veya Tamkale İskeleleri’ne çıkardı. Oradan da, yine karadan, Kırım’ın başşehri Bahçesaray’a kadar gelinirdi.
Han, veliaht (Kalgay) veya ikinci veliaht (Nureddin), hükümet üyeleri ile birlikte kafileyi şehrin dış kapısında karşılardı. Bu münasebetle söylenen nutukta, misafirlere hoş geldiniz denir ve yaptıkları uzun ve yorucu yolculuktan dolayı teşekkür edilirdi. Kafile reisi de verdiği cevapta, doğum münasebetiyle memnuniyetini belirterek, Han ailesini de tebrik ettikten sonra, öteden beri var olan eski âdet ve an’aneye göre, yeni doğan yavruyu, birlikte getirdikleri sütnineye ve mürebbiye teslim etmelerini söylerdi. Çocuğa, mensup olduğu aileye lâyık bir şekilde bakılacağını, talim ve terbiyesine azamî derecede itina edileceğini ve bu şerefin yalnız onunla meşgul olacaklara değil bütün halka ait olduğunu da ilâve ederdi.
Karşılıklı nutuklardan sonra, bütün kafile Han sarayına davet edilirdi. Orada, bunların şerefine üç gün üç gece ziyafet verilir ve muhtelif eğlenceler tertip edilirdi. Neşe içinde geçen bu üç günden sonra, kafilenin içinden seçilen 7 kişilik bir heyet Han’ın huzuruna çıkardı.
Bunlar, gösterilen misafirperverliğe teşekkür ettikten sonra, yurtlarına dönmek arzusunda olduklarını ve yavruyu kendilerine teslim etmelerini Han’dan marmaris escort rica ederlerdi. Han bizzat, çocuğu anasının kucağından alarak bunlara teslim ederdi, bunlar da yavruyu birlikte getirdikleri sütnineye verirlerdi.
Bütün bu merasimden sonra kafile, çocukla birlikte, aynı yoldan memleketlerine dönerdi ve orada sütnine çocuğa hakikî evlâdı gibi bakardı. Değil yalnız sütnine, çocuk büyüdükçe, bütün halk onun oyunları ve talim terbiyesiyle meşgul oluyordu.
Çocuk 8 yaşına bastığı zaman ata binmesini, silâh kullanmasını öğrendiği gibi, harp oyunlarına da iştirak ediyordu.
Han’ın oğlu, yabancı bir memlekette, yabancı bir aile içerisinde yaşadığı halde, hiçbir tazyik ve rahatsızlığa maruz kalmadan, tamamıyla serbest ve hür olarak büyüyordu.
Çocuk onbeş yaşına geldiği zaman, ailesi onun geri gönderilmesini talep ederdi.
Kırım’a dönmeğe hazırlanan çocuğa yepyeni elbiseler giydirilir, mükemmel silâhlar verilir ve en iyi cinsten bir ata bindirilerek, tıpkı onbeş sene evvel geldiği gibi, yine 300 atlının refakatında tantana ile Kafkasya’dan Kırım’a gönderilirdi.
Kafile Bahçesaray’a yaklaştığı zaman, 15 sene evvel çocuğu almağa gelirken yapılan merasim aynen tekrarlanırdı. Han ailesi ve hükümet erkânı yine bunları şehrin dış kapılarında karşılardı. Orada yine karşılıklı nutuklar söylenir ve hep beraber, misafirlerin kabulü ve ağırlanması için hazırlanan, Han Sarayı’na gidilirdi.
Bütün memlekette adeta bir bayram havası eserdi. Misafirlerin şerefine görkemli ziyafetler tertip edilir, çeşitli eğlenceler yapılır, Han’ın hususî orkestrasının refakatında Kafkas ve Kırım millî havaları çalınırdı.
Bu mesut günlerde, Han sarayının kapısı bütün halka açılır ve böylelikle tertip edilen ziyafet ve eğlencelere, şehrin ve civar kasabaların halkı ile memleketin her tarafından gelenler de iştirak ederlerdi.
Umumî ve millî bir mahiyet arz eden bu şenlikler üç gün üç gece devam ettikten sonra, Han sarayında, Hanın da iştirakiyle 500 kişilik son ve muhteşem bir ziyafet verilirdi.
Bu ziyafette, Han, oğlunun talim ve terbiyesi için Kafkasyalı misafirlere teşekkürlerini bildirir ve çocuğun dadısını kendi ailesine manevî akraba yaptığını ilân ederdi. Bundan sonra, dadı başta olmak üzere, 300 Kafkasyalı misafire envai türlü kıymetli hediyeler dağıtılırdı. Bu hediyeler arasında silâhlar, deriden mâmul çeşitli eşya, çuha, kıymetli madenî eşya ve saire bulunurdu.
Bununla şenlikler sona erer ve gösterişli bir surette uğurlanan misafirler yurtlarına dönerlerdi.
Han ailesi ile Kırım’ı ziyaret eden üçyüz Kafkasyalı arasında bir nevi manevî bağlılık husule gelirdi. Bu bağlılığa, Kafkasyalı ziyaretçiler çok kıymet verir ve büyük bir iftihar ve şerefle kendilerini Han’ın en yakın adamları telâkki ederlerdi. Tesis edilen bu bağ, bu küçük zümreyle sınırlı kalmayarak genişliyor, Kafkasya’nın ve Kırım’ın en ücra köşelerine kadar yayılıyordu. Bunun da her iki memleket için büyük siyasî ehemmiyeti vardı.
Kırım prenslerinin veya “Hanuko”ların (Çerkesler öyle derdi) Şimalî Kafkasya’da talim ve terbiyesi âdeti, bilhassa XVII’nci asırda rağbet bulmuştu. Varşova Üniversitesi kütüphanesinde, el yazmaları arasında bulunan birçok vesika, 1735’de Halim Giray Han’ın, 1753’de de Kaplan Giray Han’ın oğullarının talim ve terbiye için Kabartaylar’a gönderildiklerine dair dikkate değer malûmatla doludur.
Kırım Hanlığı’nın son devirlerinde bu âdet kalkmış ve bunun yerine Kırım prensleri talim ve terbiye için Osmanlı saraylarına gönderilmeğe başlanmıştır.
Şunu da ilâve etmek lâzımdır ki, Kafkasya’da büyüyen Kırım prensleri, memleketlerinde iş başına geldikleri zaman, Kırım-Kafkas dostluğunun kuvvetlenmesine bilhassa ehemmiyet veriyorlardı. İçlerinden bazıları da Çerkesleşerek memleketlerine dönmemiş ve Kafkasya’da yerleşmeği tercih etmişlerdi.
Bolşevikler tarafından, Şimalî Kafkasya’da imha edilen meşhur Sultan-Kırım-Girey ailesi bu cümledendir.
_______________________
Kaynak: Kafkasya (Der Kaukasus), Münih, Yıl:1, Sayı:2-3, Eylül-Ekim-1951, s:34
Hanko sülelesinin son üyesi Zile’nin Hankohable köyünden Naci Giray idi. Çocuğu yoktu. Bu sülelede tarihe karıştı. Bu sülaleden başka kimse kaldımı araştırmak lazım.
Merhaba aradan uzun yıllar geçti muhtemelen mesajımı görmeyeceksiniz bile fakat ben Hanıqo sülalesindenim ve birkaç akrabam ile de konuştum hala akrabalarımı araştırmaya devam ediyorum
Annanemin sülalesi Hanuko. Samsun-Ladik-Döşemetaş köyü.
Merhaba Banu Giray Doğan olarak facebook hesabımdan ulaşabilirsiniz..
Merhaba. evet sülale devam ediyor.
Çok güzel bir araştırma.
Çok değerli bir araştırma. Emeği geçenler e teşekkürler.
Yalnız; Sadece “Çerkesler ve Adıgeler”diye bahsediliyor. Aynı yurt, aynı örf adetlere sahip,