Mustafa Saadet

Olguların, Geçmişteki Durumuna İade Edilmesi ( Statu Qua Ante)

YEŞGAR MUSTAFA SAADET

Olguları geçmişteki durumuna iade etmenin Latince karşılığını yazma sebebim; İngilizce bilenlerin önce İngilizcesini söyleyip sonra Türkçe’sini, Arapça bilen hocaların Arapçasını okuyup mealini telaffuz edip  bilgiçlik taslamalarına benzer bir niyetten değil; çok eski ve düstur haline gelmiş bir hukuki terim olması, eskiden beri geçerliliği kabul edilmiş olan bir realitenin halen geçerli olduğunu vurgulamak istememden kaynaklanıyor.

Olguların değiştirilmesinin kaynağı, güçlü olanın güçsüzleri tahakküm altına alması veya tamamen yok etmesi şeklinde ortaya çıkmıştır. Bu olay en çok canlılar üzerinden gerçekleştirilmiştir.

Konu çok teferruatlı tetkik edildiğinde, çok sayfalı bir kitabı doldurabilecek veya bir doktora tezine konu olabilecek bir doktrindir.

Yazının hacmini çok uzatıp da okunmaz duruma getirmemek için kısa ve gerçek misallerle konuyu okuyucuların ilgi ve bilgisine sunmak istiyorum,

İlk olgu değişikliği, Habil ile Kabil arasında başlamış, daha sonraki zamanlarda genişlemiş ve en kanlı ve trajik olgu değişiklikleri zamanla milletler arası bir hal almıştır.

Toplumlara  güç kullanılarak  uygulanan olgu değişikliklerinin en çarpıcı olanları:

Milattan önce kurulan Roma İmparatorluğu, çok çeşitli toplumları işgaller ile olgu değişikliklerine uğratmış fakat hiç birinin dilinin, kültürünün değiştirilmesi konusunda baskı yapmamış ve asimilasyon politikası uygulamamıştır. Toprak işgaline dayalı savaş politikasını benimsemiş ve bugün bile dünya üniversitelerinde Roma Hukuku adı altında okutulan evrensel hukuk normlarının temelini atmış, adaleti ve eşitliği egemenlik sahasındaki ırklar için de yerine getirmiştir.  Daha ziyade İlerya bölgesinin insanlarını devşirerek ordusunu oluşturmuştur. Bu uygulamalar Bizans ve Osmanlı İmparatorluklarında aynen devam ettirilmiş ve imparatorlukların çöküşü sonunda bütün işgal edilen yerlerdeki farklı etnik kültürler eski olgularına kavuşmuşlardır.

M.S. 12. yüzyılda ortaya çıkan Moğol İmparatorluğu’nun 2 hedefi vardı: Ülkeleri fethedip ahalisini yok etmek ve Gümüş madeni stokçuluğu… Okur yazar olmayan idarecileri asimilasyon ve uygarlık gibi konularda fikir yürütmemişler, yağmacılık üzerinde yoğunlaşmışlardır. Taht kavgalarının başlaması ile de dağılıp yok olmuşlar, işgal ettikleri topraklardaki ırklar eski durumlarına dönmüşlerdir.

1492 yılında Endülüs devletini ortadan kaldıran ve acımasızca Müslüman halkı yok eden İspanyollar, bir bakıma İber yarım adasında eski olguya dönmüş ve yayılmacılık siyasetine başlamıştır. Güney ve orta Amerika’da zapt ettikleri yerlerde Altın yağmacılığı konusuna yoğunlaşmışlardır.  Fakat, zamanla yerli halklar eski statülerine kavuşarak müstakil devlet olmuşlardır. Franko’nun diktatörlük döneminden sonra da İber yarımadasındaki Bask’lar ve Katalonlar İspanyol tahakkümüne son vermek için mücadeleye başlamışlar, neticede Basklar özerk bölge hakkını almışlar, Katolonlar da gönümüzde bağımsızlık için mücadele etmekte ve bu konuda referandum talepleri İspanya tarafından reddedilmesine rağmen, mücadelelerini sürdürmektedirler.

İspanyollar, çok rijit bir asimilasyon politikası yerine , Hıristyanlık misyonunu ön plana çıkararak dini yoldan yerli halkları köklerinden koparmaya  çalışmışlardır.

İber yarımadasındaki diğer istilacı ülke olan Portekiz, Güney Amerika, Makao, Gao, Mozambik  gibi yerlerde işgalde bulunarak ticarete dayalı bir istismar faaliyetinde bulunmuş, fakat asimilasyon yapmamıştır. Neticede zapt ettiği yerleri terk etmiş ve yerli  halklar da eski statülerine kavuşmuştur.

Fransa, önce yerli halklardan Frankları tamamen yok etmiştir. Halen sardunya adasındaki değişik lisanları konuşan etnik guruba asimilasyan uygulamaktadır. Bilindiği gibi dünyanın çeşitli yerlerinde sömürgecilik faaliyetlerinde bulunmuş, en son Vietnam’dan kaçmış, Lübnan’ı terk etmiş, Cezayir’de soykırım uygulamıştır.  Hıristyanlık  misyonu üstlenmiş fakat etkili bir asimilasyon politikası uygulamamıştır. Daha ziyade ticari istismar üzerinde yoğunlaşmıştır.

Dünyanın yarısına hükmeder hale gelen İngiltere, Dominyonlar (Sömürgeler) Bakanlığı olan tek ülke idi. Topraklarında güneş batmıyordu. Yerli halkları yok etmek ve asimilasyona uğratmak politikası gütmemiştir. Ekonomik istismarı ön  planda tutmuştur. Zapt ettiği yerlere Biritanya’dan götürdüğü insanlarını sömürgelerde üst yönetimlerde görevlendirerek (Genel Vali gibi) idareyi elinde tutmuştur. Neticede bütün sömürgeler krallıktan ayrılmış ve günümüzde İskoçya ve Galler’in ayrılması konusu son safhaya gelmiş durumdadır. Bu iki etnik gurubun bağımsız hale gelmesi halinde İngiltere Antil Adaları’ndaki bir ada ülkesi haline gelecek, belki de adalet yerini bulacaktır.

Çarlık Rusyası, toprak kazanma siyasetini ön planda tutmuş, fakat işgal ettiği yerlerdeki halklara önemli bir asimilasyon uygulamamıştır. Dil ve din zorlaması yapmamıştır. Sovyetlerin kuruluş beyannamesinde bütün halkların birlikte aynı haklara sahip olduğu belirtilerek birliğin sağlanmasına çalışılmıştır. Bu durum 1991 yılına kadar sürmüş, uygulamaya konan Glastnost ve Prestroyka uygulamaları sonucunda bir kısım uluslar eski statülerine kovuşmuştur. Boris Yeltsin yönetiminin sonuna kadar devam eden uygulama yeni yönetim tarafından terk edilmiş, anadil öğrenimi kısıtlanarak asimilasyon politikası ön plana çıkarılmıştır.

Türkiye’de 1924 yılından sonra, Türkçe dışındaki ana dillerin öğrenimi yasaklanmış, anadil öğretim kurumları kapatılmış, Türkçe dışındaki anadillerin konuşulması yasaklandığı gibi, yerleşim bölgelerinin başka dillerdeki isimleri değiştirilmiş, soyadların kendi dillerinden konması men edilmiş ve bu çeşit asimilasyonda dünyada tek ülke olmuştur. 1980 yılından sonra Kenan Evren diktası zamanında 700 yıl geriye gidilerek Karamanlı Mehmet Bey uygulaması örnek alınarak Türkçeden başka dillerin konuşulması tekrar yasaklanmış, başka dillerdeki bütün arşivler yok edilmiştir. Kürtlerin karda yürürken çıkardıkları Karç-gurç sesleri nedeniyle Kürt diye adlandırıldıkları, aslında Türk oldukları gibi komik izahatlar ileri sürülmüştür. Diktatör, başka dilleri yasaklamakla hata yaptığını daha sonra itiraf etmiş ise de yok edilen arşivi yerine koymak mümkün olmamıştır. 2002 yılından sonra kısmi bir serbestiyet sağlanmış, anadil öğrenimi isteğe bağlı olarak serbest bırakılmıştır. Fakat, son yıllarda, tek dil teması tekrar işlenmeye başlamıştır,

Dünyada anadil eğitimini kısıtlayan 4 ülke kalmıştır, Rusya Federasyonu, Çin, İran ve Türkiye.

Avusturalya’da Aborcin’lerin kültürlerinden kopmaması için yapılan çalışmalar malumdur. Senelerce Pinoşe diktası altında yok olmaya yüz tutan Şili’in yerli halklarından Mapuçe’lerin 5 Ocak 2008 tarihinde, atalarına ait olduğu iddiasıyla bir çiftliği işgal etmeleri sonucunda bir yerli öldürülmüş, sokağa dökülen yerli halkın direnişleri nihayet 24.06.2017 tarihinde sonuca ulaşmış, Şili Hükümeti Mapuçe’lere geçmişteki olgularının sağlanması kararını almıştır.

Suriye’de vatandaşlık hüviyeti bile verilmeyen Kürtlerin  hüviyet kazanma çabaları devam etmektedir.

1970’li yıllara kadar ABD’de otobüste, trende 2. Sınıf mevkide ayrı olarak seyahat edebilen zenciler eşit haklara kavuşmuş ve hatta ABD‘de bir zenci Başkan seçilmiştir.

İşin özü, gerçek demokrasi ve adaletin olduğu yerlerde de hiçbir önceden var olan hak yok edilmeye çalışılmamaktadır.

Bu gelişmeler karşısında, soykırıma uğratılan ve otokton halkı olduğu topraklarından sürülen Çerkeslerin, dünyadaki gelişmeleri değerlendirmesi,  başlarına ne geldiyse dünyadaki oluşumlardan habersiz olmalarından kaynaklandığını düşünmeleri ve kabul etmeleri gerekmez mi?  Folklor ağırlıklı çalışmalara değil, dünya gündemindeki gelişmeleri izlemeleri ve dersler çıkarmalarının önemini kavramaları öncelikli bir mecburiyet değil midir?

Günümüzde artık güce ve silaha dayalı mücadele devri bitmiştir. Öncelik, dünyada geçmişteki olgularından mahrum bir Çerkes ırkının varlığını bütün kanallardan dünyaya duyurmaktır.

Olguların geçmişteki durumuna iadesi konusundaki tarihsel süreci ve bir kısım uygulamaları ana hatları ile ortaya koymaya çalıştım. Elbette ki konu, böyle bir makalenin içinde anlatılabilecek  kadar basit değildir. Maksat sadece bir anımsatmadır.

Uygarlığın ve iletişim kanallarının gelişmesi ile statülerin iadesi sadece insanlara ve ırklara has, dar bir çerçevede kalmamış, diğer canlılar ve hatta cansızlar için de konu gündemdeki yerini almıştır. Nesli tükenmeye yüz tutan Balinaların, beyaz ayıların ve ismini saymakla bitmeyecek diğer canlıların korunması, ozon tabakasının incelmesinin önlenmesi  için dünyada Sivil Toplum Kuruluşlarının seslenişleri, protestoları, eylemleri etkili olmuş, çeşitli uygulamalarla olumlu gelişmeler sağlanmıştır. Bu konu o kadar taraftar kazanmıştır ki, cansız varlıkların da korunması gündeme gelmiş ve Birleşmiş Milletlerin ilgili kuruluşları bir çok yapıyı ve eseri “Dünya Mirası” ilan ederek yok olmalarını büyük ölçüde önlemiştir. Aynı kuruluşlar maalesef yok olan, kaybolan dillerin, kültürlerin korunması, varlıklarının devam ettirilmesi konusunda gerekli çabayı göstermemektedirler.

Anlatmak istediğimi, düşünür Prof. Clark Kerr şu 4 kelime ile darb-ı mesel haline getirmiştir:  “STATÜKO, KARŞI ÇIKILMAYACAK TEK ÇÖZÜMDÜR.”

Bir Yorum

  1. Hakların korunması anlamında statükonun korunması, evrensel değerlerin korunması anlamına gelir. Ancak statüko, maalesef doğuda, isminin kısmi anlamına uygun olarak bugün bağnazlıktan ve yobazlıktan başka bir şeyi korumamaktadır. Bu bağlamda batınında statüko anlamında eleştirilebilecek yönleri çoktur. Çerkeslerin uyanmaları ve uyandırılmaları konusundaki çağrınıza katılıyorum. Saygılarımla.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu