Araştırma/Analiz

İkinci Meşrutiyetin İlanından Sonra Çerkes Teavün Cemiyeti’nin Çalışmaları ÇERKES KÖLELİĞİNİ ÖNLEMEYE YÖNELİK FAALİYETLER

ZAFER GÖLEN Burdur Eğitim Fakültesi Tarih Araştırma Görevlisi

Bu makalede aktaracağımız bilgiler, Meclis-i Mebusan üyelerini etkilemek ve bu sayede Çerkes köleliğini önlemek maksadıyla, Çerkes Teavün Cemiyeti tarafından 1326’da neşredilmiş olan “Köle ve Cariyeliğin Ref’i Hakkında Mebusan-ı Kirama” adlı kitapçığa dayanmaktadır. O dönemde konuya ilişkin tüm bilgileri içeren kitapçık Sinop Rıza Nur Halk Kütüphanesi Rıza Nur Bölümü’nde (eski kayıt no: 902, yeni kayıt no: 888) bulunmaktadır.

***

Hürriyetin ilanından sonra (1908 yılında) Koska’da Kamil Paşa Konağı’nda Çerkes Teavün Cemiyeti’nin kuruluş günü münasebetiyle çekilen fotoğraf.
Çerkes Teavün Cemiyeti tarafından 1326’da neşredilmiş olan “Köle ve Cariyeliğin Ref’i Hakkında Mebusan-ı Kirama” adlı kitapçığın kapak fotoğrafı.

İnsanlık tarihi kadar eski bir olgu olan kölelik, bir insa­nın bütün varlığı ile bir başka­sının tasarrufunda bulunması­dır. Önceleri savaş esirliği ile ortaya çıkan, beslenen ve sos­yal hayata yerleşen kölelik ku­rumu, zamanla toprağa bağlı kölelik, toplu kölelik ve ev içi hizmeti köleliği biçiminde ge­niş bir kullanım alanını içine almıştır. Bu yapısıyla da yüzyıl­lar boyu varlığını korumuş ve sürdürmüştür. Kölelik, özellik­le 19. yüzyılda siyasi olarak Os­manlı Devleti’nin de gündemi­ne girmiştir.1 Osmanlı Devle­tinde köle ticareti Afrika ve Kafkasya kökenli olmak üzere iki kaynaklıdır.

Kafkasya köle ticareti için­de Çerkes kölelerin özel bir yeri vardır. Çerkeslerin eski geleneklerinden biri de, kız ço­cuklarını ve çalışabilir erkek nüfusun bir bölümünü köle olarak İran ve Osmanlı Devleti gibi bazı ülkelere götürüp sat­maktı.2 Kafkasya’nın dağlık coğrafi yapısı ve istikrarsız si­yasi ortamı sebebiyle aile reis­lerinin çocuklarının geleceğini temin için böyle bir ticarete göz yumdukları en makul açık­lama kabul edilebilir. Bu aynı zamanda elverişsiz bir alanda artan nüfusu dışarıya kanalize etmenin ve bu artı nüfusu top­lumsal ekonomiye kazandır­manın da en kolay yoluydu. Sistemin savunulur bir yanı ol­masa da, geçerli olduğu dö­nemlerde iyi işlediği ve amacı­na ulaştığı gerçektir.

Osmanlı Devleti’nde Çerkes köle ticareti sürekli yapılmak­taydı. 19. yüzyıla gelindiğinde bu ticaret hâlâ devam etmek­teydi. Toledano’nun tespitleri­ne göre, 1842’de 1400, 1846’da 5-4000 Çerkes köle olarak Os­manlı Devleti’ne giriş yapmış­tır. 1860’lara kadar senede 1-2000 Çerkes köle olarak getirilmeye devam etmiştir.3 Çerkes köleler diğer köleler­den ayırt edilmiş, daima elit bir kesim tarafından istihdam edilmişlerdir. Hatta imparator­luktaki en değerli köleler Çerkes kölelerdi. Bir Çerkes köle 1000 kuruştan 5000 kuru­şa kadar alıcı bulabilmekteydi. Çerkes kızlar daha ziyade ha­rem için alındıklarından ve is­tanbul’un zengin kesimine hi­tap ettiklerinden kimi zaman astronomik fiyatlara da alıcı bulabilmekteydi.4

Kafkasya’ya yönelik köle ti­caretinde 1271 (1854) tarihi mühim bir yer tutar. Çünkü Osmanlı hükümeti’nin 1854 Ekiminin başlarında ingilte­re’nin baskısıyla yayımladığı bir fermanla Çerkes köle tica­reti yasaklanmıştır. Padişah, Batum Ordu-yu Hümayunu ko­mutanı Mustafa Paşa’ya gön­derdiği emirde “Çerkesistan halkının çocuk ve akrabalarını esaret suretiyle satmak gibi kötü bir alışkanlıkları vardır. Bazıları ise birbirlerinin ço­cuklarını çalarak hayvan ve eşya gibi satmaktadırlar. Bu du­rum insanlığa ve padişahın şa­nına aykırıdır. Bölge halkına gereken nasihat verilmelidir. Köle ticaretinde kullanılan is­kele ve limanlar sıkı şekilde denetlenmelidir. Bu konuda bütün asker ve mülki memur­ların dikkati çekilmelidir. Bu emre aykırı davrananlar ceza­landırılacaktır. Emrin uygulan­masını sağlamak senin [Musta­fa Paşa] görevindir” demektey­di.5 Bu tip emirnamelerde ge­nellikle esir ticareti önlenmek isteniyor, esirlik müessesesi ortadan kaldırılmıyordu. Bu yüzden, kölelik hoş karşılanmasa da, sosyal yaşantıdaki ye­rini muhafaza ediyordu.

Kırım Savaşı belasını savuş­turan devletin, köle ticaretini önlemek için ferman yayım­landığı esnadaki takibatına daha sonra devam ettiğini söyle­mek güçtür. Fermanın çıkma­sına vesile olan İngilizler bu durumdan hayli şikâyetçiydi­ler. İngilizler konu hakkında devamlı surette Babıâli’nin dikkati çekmişler, ancak bir sonuç alamamışlardır. Çünkü Osmanlı Devleti Çerkes köle ticaretini kendi iç meselesi olarak görüyordu. Bu yüzden 1857’de yasaklanan Afrika köle ticaretindeki gibi, yasağın uy­gulanmasını hassasiyetle takip etmemişlerdir. İngilizlerin 1854 fermanına dayanarak yaptığı başvurular, fermanın geçerliliğinin savaş zamanına ait olduğu iddia edilerek red­dedilmiştir, İngilizler de bu hususta bir ilerleme kaydedemeyeceklerini anlayınca mese­leyi tamamen Osmanlı Devle­tinin inisiyatifine bırakmışlar­dır.6

Çerkes köle ticaretinin de­vam ettiğini Türk romanların­da da görebiliriz.7 1872’de ya­yımlanan Misîlidis’in Temaşa-i Dünya ve 1896’da yayımlanan Nabizade Nâzım’ın Zehra‘sın­da olduğu gibi, yüzyılın sonla­rına doğru yayımlanan roman­ların başlıca konularından biri de kölelerdir. Türk romanı bu konuda ikiye bölünmüş du­rumdadır. Bir kısım yazarlar köleliği eleştirirken, bir kısmı ise kölelerin bazıları hedefle­dikleri yaşama ulaştıkları için bu tür köleliğe hoşgörüyle yak­laşmıştır. Ancak, bu yüzyılda romanların başlıca tanınmış Çerkes kahramanları olan Eflatun Bev‘in ve Rakım Efen­di‘nin Canan’ı, İntibah’ın  Dilaşub’u, Sergüzeşt‘in Dilber’i, Sırrıcemal’in Zehra’sı bu mut­luluğa erişememiştir. Taner Timur on binlerce köle arasın­da çok küçük bir azınlığın ik­bale ermesi yüzünden bu ku­rumun savunulmayacağım belirtir. Hatta Tanpınar’ın kö­leliği ikbal ve yükselmenin bir basamağı olarak görmesini ve bu görüşüyle diğer yazarları etkilediği için de kınar.8

Yukarıda da belirttiğimiz gi­bi, Çerkes kızlar genellikle ha­remlerde istihdam edildiğin­den  II . Meşrutiyet öncesi Çerkes Teavün Cemiyeti ha­remdeki kızları çıkarmak için yoğun çaba harcamıştır. Der­nek bu işi başarmak için Elena kahramanı Çerkes Deli Fuat Paşa’dan yardım istemiştir. Pa­şa, II. Abdülhamid’le dargın ol­duğundan, ingiliz elçiliği müs­teşarı Fiç Moris’î araya sok­muştur. Yapılan girişim sonra­sı Çerkes kızlar serbest bırakıl­mıştır. Ancak, Deli Fuat Paşa kaygılarını dernek idarecileri­ne şöyle belirtmiştir: “Oradaki kızlar babalarının evinden zi­yade emniyettedirler. Abdülhamid’in bu cephesi sağlamdır. Bizden bir teklif gelirse emin olun derhal bunları çıkarır. Sonra bu kızlar ziyan olmasın. Ortalarda kalırlar diye korkarım.”9 Bu sözler Osmanlı ka­muoyunun Çerkes kölelere na­sıl baktığına dair güzel bir ör­nektir. Çünkü münferit hadise­leri saymazsak Çerkes kızlar aileden biri sayılır, ona göre davranılırdı.

SADARETE VE MECLİSLERE VERİLEN DİLEKÇE

1. Meşrutiyetin ilanıyla bir­likte çeşitli kuruluşlar var olan problemlerin halli için yeni yö­netime başvurmaya başladılar. Bu çalışmalar içine giren ku­rumlardan biri de Çerkes Yar­dımlaşma Derneği’dir. Dernek, Sadaret, Meclis-i Mebusan ve Meclis-i Âyan’a gönderdiği 15 Kânunisani 1525 (28 Ocak 1910) tarihli dilekçelerle konu­ya hükümetin dikkatini çek­mek istemiştir. Bu dilekçelerde şunlar belirtilmiştir:

Meşrutiyetin ilanıyla birlik­te din, mezhep, cins ve ırk ayırt etmeksizin bütün milletin eşitliği sağlanılmak istenmiş­tir. Zenciler dahi kölelikten ve köle ticaretinden kesinlikle men edildiği ve hayvanlar dahi şiddetten korundukları halde, Çerkes milleti köle olarak kişi­sel hukuktan mahrum kalmak­tadır. Bu durum ne İslamiyete, ne de Meşrutiyetin ruhuna uyar. Bütün milletlerde ortaya çıkmış ancak ortadan kaldırıl­mış olan esirliğin Çerkeslerin arasında devam etmesi büyük utançtır. Kanun-ı esasi ile her bir Osmanlıya verilen hukuk­tan Çerkes halkı henüz kesin­likle faydalanamamaktadır. Esaret her ne şekil ve surette olursa olsun herhangi bir kı­sım halk üzerinde uygulanma­sı, Meşrutiyet kanunlarına, Ka­nun-ı esasinin hükümlerine, hükümetin ve milletvekilleri­nin düşüncelerine tamamen terstir. Köleliğin kaldırılmasıy­la ilgili olarak şunlar yapılma­lıdır:

a- Köleliğin kanunen kaldı­rılmış olduğunun ilanı,

b- Rusya tarafından yarım asır evvel Kafkasya’da tatbik olunduğu gibi okullar açılması.

c- Kölelerin % 90’ı en küçük bir gelirden mahrumdur. Okul­ların açılmasının maliyetini dev­letin üstlenmesi ve tayin edile­cek miktarda bir paranın hükü­met tarafından kölelere veril­mesi. Bu paranın 1326 (1910-11) bütçesinde gösterilmesi.

d- Kölelerin iskân ve iaşesi için her kazada kaymakamla­rın ve istanbul’da bizzat vali­nin başkanlığında birer hima­ye komisyonu kurulması. Ku­rulan bu komisyonlara Çerkeslerden de aza tayin edilmesi,

e- Her bir köle ailesi sahiple­rinin tesirlerinin haricinde ol­mak üzere birer ev inşası, birer tarla, birer çift sığır hayvanı ile gerekli alet ve edevatın temin edilmesi. Bu harcamaların da 1326 bütçesine dahil edilmesi,

f- Bu kölelerin yeni muha­cir gibi kabul edilmesi ve mu­hacirler hakkındaki muafiyet­ten faydalandırılması.10

Bu dilekçe yukarda saydığı­mız kurumların hepsine gön­derilmiştir. Dilekçe olaya sade­ce hissi yönden yaklaşmamakta, aynı zamanda hükümete bir ıslahat programı uygulaması için de teklifte bulunmaktadır.

“İNSAN TİCARETİ”

8 Mart 1326 (21 Mart 1910) tarihli Sada-yı Millet gazetesi­nin 111 numaralı nüshasında yayımlanan “Esir Ticareti” başlıklı bir makalede iddia edi­len bilgiler daha sonra Dahili­ye Nezareti’ne verilecek bir di­lekçede kullanıldığından önemlidir. Makale, Mülkiye Mektebi öğrencilerinden Haytuk Tevfik Talat ve Gotuk Halid adlı Hukuk Fakültesi öğren­cisi iki Çerkes tarafından kale­me alınmıştır. Onların görüşle­rine değer verilmesine baka­rak, bu öğrencilerin Çerkes Yardımlaşma Derneği’nin etkin birer üyesi olduğu kanaatine varabiliriz. Zaten Meşrutiyet döneminin en bariz özellikle­rinden biri de, dönemin öğren­cilerinin günlük siyasete mü­dahale etmeleri ve hemen he­men hepsinin bir sivil toplum kuruluşunda yer almasıdır. Makalede üzerinde durulan başlıca konular şunlardır:

Meşrutiyetin ilanıyla birlik­te Kanun-i esasi yeniden uygu­lamaya konulmuştur. Kanunun 10. Maddesi, “şahsi hukuk her türlü saldırıdan korunmuştur” der. Kanunnamede bu hüküm­den yararlanacak kişiler ayırt edilmemiştir. Böylece her Os­manlının eşitliği kabul edil­miştir. Halbuki fiiliyatta, hatta hükümetin başkentinde kölelik ve cariyelik hâlâ mevcuttur.

Meşrutiyetin ilanı her kesimde olduğu gibi Çerkesler arasında da örgütlenme fikrini arttırdı. Çerkes İttihad ve Teavün Cemiyeti’nin mührü. Kuruluş tarihi: 10 Temmuz 1324. Şamil Kültür ve Eğitim Vakfı Arşivi.

Köleliğin kaldırılması uluslara­rası anlaşmalarla kabul edil­mesine ve devletin köleliği ve köle ticaretini yasaklamasına rağmen tamamen ortadan kal­dırılmamış, devam etmiştir. Bugün Sivas, Canik, Bursa, Konya, Suriye ve özellikle İs­tanbul’da birçok köle ve cariye vardır, Arabistan’daki köle adeti ise tahminlerin üzerinde­dir. Kanaatimizce hükümet sa­dece köle ticaretini yasaklamamalı, köleliği ve cariyeliği de yasaklamalıdır. Ancak böyle­likle bu insanlar da diğer hem­cinsleri gibi hürriyet ve haya­tın tadını alacaklardır. Bunu is­temek vatandaşların hakkıdır. Eğer isteğimiz kabul edilirse peygamberin de ruhu şad ola­caktır. Bu halin devamı Os­manlı tarihi için yüz karası olacaktır. Köleliğin üç çeşidi vardır:

1- Savaş yoluyla alınan esir­ler.

2- Farklı dinden oldukları için satılanlar. Özellikle eski Yunan’da görülmüştür. Günü­müzde örneği kalmamıştır,

3-Fakirlik yüzünden halkın kendilerinden olan çocuklarını satmaları geleneğiyle ortaya çıkmış kölelik. Çerkes ve Gür­cülerden olan köleler genellik­le bu üçüncü gruba dahildir.

Hükümet bu ticaretin önlenme­si için isteksizce de olsa bir ta­kibat yürütmektedir. Ne var ki, bu ticaretin devam ettiği şüphe götürmez bir gerçektir. Çünkü paşa konaklarından, debdebeli saraylardan şahsi hukuklarını savunmak için kaçan masum kızlar takip ediliyor, mahkeme­ye başvurdukları veya güvenlik güçlerine sığındıkları zaman dikkate alınmayarak konaklara ve saraylara geri gönderiliyorlar. Neden? Nasıl adalet! Emni­yet müdürlüğü her yerden ev­vel İstanbul’da esir ticaretiyle uğraşanları yakalayabilir. Ana­dolu’daki fakir Türk aileleri de bir tür insan ticareti başlatmış­lardır. Bugün Anadolu’da bazı fakir aileler çocuklarını belirli bir süre hizmet etmek için sat­tıkları ve bu ticaretin bir havli kârlı olduğu muhakkaktır.11 Fakat bu satılık kızlar sözde ca­rîye olarak değil, hizmetçi ola­rak satılıp alınmaktadırlar. Her ne olursa olsun bir babanın, bir annenin çocuğunu hayvan gibi satması hürriyet adına en şid­detli bir saldırıdır. Bundan baş­ka Bitlis’te bilhassa Mutki’de bazı Ermeni aileler çocuklarını silah ve hayvan karşılığında ta­kas etmektedirler, insaniyet adına bu hale ağlamamak, tees­süf etmemek elden gelmiyor. Bilmiyoruz hangi asırdayız.12

Makale, görüldüğü gibi, dönemin Osmanlı Devleti’nin esir ticaretinin bir panorama­sını çizmektedir. Bir gazetede yayımlandığı için mesele halka mal edilmek istenmiş, köle ti­caretinin Çerkeslerin haricin­de başka aileleri de alakadar ettiği vurgulanmıştır. Yazarlar kamuoyu desteği almak için halkın hissi yanına da hitap et­meyi ihmal etmemişlerdir.

“20. ASR-I MEDENİYETTE ESARET”

Yukarıdaki başlığı taşıyan makale, yine aynı iki Çerkes genç tarafından Yeni Gazete‘nin 5 Nisan 1326 (16 Nisan 1910) tarihli, 589 numaralı nüshasında yayımlanmıştır. Çerkeslerin hükümetle yaptık­ları temaslardan sonra halkın desteğini alabilmek ve kamu­oyu yaratmak için bu makaleyi yayımladıklarını iddia edebili­riz. Bu makalede de kısaca şu fikirlere yer verilmiştir:

Esaret medeniyete ve ka­nunlara uymayan bir durum­dur. Herkesin eşit olarak ka­nunlardan faydalanma hakkı bulunduğu halde bazı hem­cinslerimizin bazılarının köle olarak her türlü hukuktan mahrum bırakılmaları mukad­des Kanun-ı esasimize karşı şiddetli bir saldırı ve bütün Os­manlılar için yüz karası olma­yacak mıdır? Ey vatanı, milleti baskıdan kurtaran Osmanlılar, göreviniz henüz bitmemiştir. Bugün vatanımızda para ile in­san alınıp satılıyor, insan tica­reti hâlâ devam ediyor. Hürri­yet, eşitlik, adalet gibi o mu­kaddes sözlerin hükmü nere­de? Bu durum çaresiz devam edecek mi? Ey milletin kaderi­ni eline almış mebuslar, sizle­re hitap ediyoruz; esaretin kö­tülüğü ortadadır. Buna rağmen kendi hayvani emelleri için hukuku, insanlığı ayaklar altı­na alanlar memleketimizdeler. Bu insanlarla kanun gücüyle mücadele etmedikçe bu du­rum devam edecektir. Sizler bütün insanların haklarını ko­rumakla görevlisiniz. Medeni âlemin sizden istediği ilk görev de buydu. Ey muhterem insan­lar, kardeşlerimiz esaret altın­da ezilmektedir, cümlenizin şefkatine ihtiyaçları vardır, Kanun-ı Eesasi herkesin hakkını garanti altına almıyor mu? O halde, köle olan bu insanlar Osmanlı değil midir? Hayır, onlar da Osmanlıdır, Onlar da bu vatanın evladı, ancak kar­deşleri tarafından esir edilmiş zavallı vatan evlatlarıdır; yazık, yazık!… Şeriatın esareti ne gibi şartlar altında kabul ettiği ma­lumdur. Şimdiki Çerkes köle­ler şeriatın izin verdiği türden köleler midir? Şeriat hiçbir za­man kişi haklarını gasp etme­miş, zulüm ve baskıyı onayla­mamıştır. Şeriata göre ancak, İslamı kabul etmeyenler ve sa­vaş sırasında ele geçirilenler köle olarak kabul edilmiştir. Şimdiki köleler, Çerkeslerin durumu buna uygun değildir. Bunlar çeşitli kabilelerin Rusya ve diğer memleketlere akınları sırasında ele geçirilen insan­lardır, işte, asırlarca evvel ele geçirilen bu insanlar şimdi kö­le namıyla anılıyorlar. Şeriat bu tür vahşilikleri şiddetle ya­saklar, kabul etmez, istibdat döneminde Çerkesler sanki köle olmak için yaratılmış gibi muamele görmüşlerdir. O za­manlar birçok menfaatperest­ler hasis menfaatleri uğruna diğer milletlerden de pek çok insanı Çerkes adı altında sat­mış ve almıştır. Yani insaniyet sürekli yara almıştır. Köle ve cariye yoktur. Kendi şahsi menfaatlerimiz uğruna insan­larımızı mahvetmeyelim. Me­deniyet asrında gerçekten me­deni bir hükümet olmak isti­yorsak köleliğe izin vermeye­lim. Bir mazlumu kurtarmak için bin zalimi manen ve mad­deten ezmek elbette makuldür. İstanbul’da çeşitli semtlerde satılmış ve satılmakta olan hiz­metçilerin çoğunluğu vaktinde esir dahi alınmış kimseler ol­mayıp babaları, anneleri tara­fından satılmış olmaları dikkat çekicidir. Bilinmesi gerekir ki, birçok konaklarda, saraylarda bulunan hizmetçiler bu hale göre gerçek cariye değildirler. Bu yüzden bunlarla birlikte ol­mak şeriaten caiz değildir. Ni­kâh ile alınmaları gerekir. Yoksa, doğacak çocuk gayri meşru olur. Gönül arzu eder ki, hükümet hemen esareti kaldırsın, birçok cefakârın hakkını teslim etsin, hatta in­sanlığa aykırı bu duruma son verdiğini tüm halka duyursun. Aksi halde tarih nazarında şa­ibeden kurtulamaz.13

DAHİLİYE NEZARETİ’NE VERİLEN DİLEKÇE

Bir başka dilekçe 6 Nisan 1326 (19 Nisan 1910) günü Da­hiliye Nezareti’ne, köleliğin ta­mamen kaldırılması için ge­rekli olan kanunlar çıkana ka­dar geçecek zamanı bekleme­den köleliğin derhal yasaklan­masını sağlamak için verilmiş­tir. Çerkesler daha önce Sadaret’e verdikleri dilekçenin Da­hiliye Nezareti’ne gönderildiği­ni öğrenmişler ve Dahiliye Ne­zaretine de bir dilekçe vererek davalarına sahip çıktıklarını belirtmek istemişlerdir. Bu kez köle ticaretinin devam ettiğine dair kanıt olarak Sada-vı Millet gazetesinde yayımlanan yukar­da içeriğini verdiğimiz maka­leyi de kullanmışlardır.

Dilekçede kısaca şu fikirler yer almaktadır: “Köle, özellikle cariye ticareti Osmanlı Devleti’nin her tarafında yapılmak­taysa da, özellikle İstanbul bu konuda başı çekmektedir. Yap­tığımız araştırma sonucunda Bursa ve çevre bölgelerde Türk, hatta Arnavut kızları dahi bu işi meslek edinmiş adamlar tara­fından çalınıp Çerkes kızı diye saraylara, konaklara satılmak­tadırlar.14 Padişahın sarayında yetişip çeşitli sebepler yüzün­den (evlilik gibi) saray dışına çı­kan cariyelerden Türk, hatta Arnavut olanlara rastlanması bu araştırmamızı doğrular. Hükü­met tarafından bu durumun de­vamına izin verilmesi imkânsız­dır. Bu ticaretin devamı aynı za­manda uluslararası anlaşmala­ra da aykırıdır. Bu yüzden ge­rekli kanunlar çıkana kadar bu ticaretin şiddetle yasaklandı­ğının açıklanması yerinde ola­caktır. Tedbir olarak, istan­bul’da ne kadar Çerkesin köle ve cariye olarak bulunduğunun tespiti, bunların adlarının resmi olarak kayıt ettirilmesi gerek­mektedir. Yine bunların hüvi­yetlerinin ve satıcılarından alın­mış senet olup olmadığının so­ruşturulması lazımdır. Tespit edilenler sürekli teftiş altında bulundurulmalıdır. Bu kimsele­ri alan veya satanlara şiddetle ceza verilmelidir”.15 Çerkesle­rin bu dilekçede daha kurnaz davrandığını söyleyebiliriz. Çün­kü sadece Çerkeslerden değil Türk ve Arnavutları da işin içi­ne alarak kamuoyunu genişlet­me amacı güdülmüştür. Kölelik tamamen ortadan kaldırılınca haliyle Türklere ve Arnavutlara yönelik tehlike de ortadan kalkacaktır. Bu taktik aynı zaman­da bize başka bir gerçeği de göstermektedir. İddia doğruysa, Bursa ve çevresinde Türk ve Ar­navut kızlarının zorla kaçırılması ayrıca bir araştırma konusudur. Bu durum gazetelere kadar ak­settiğine göre, ciddi bir sosyolo­jik olgu olması gerekir. Ayrıca Çerkesler son derece mantıklı ve uygulanabilir bir programı da Dahiliye Nezareti’ne teklif et­mişlerdir.

MEBUSLARA ÇAĞRI

“Muhterem Mebuslar” başlı­ğıyla yapılan çağrıda, Meclis’in ikinci devresinin bitimine iki hafta kaldığı hatırlatılarak, yapı­lacak işlerin çokluğundan bah­sedilmiştir. Ancak, yapılacak iş­lerin en mühiminin insani bir meseleyi halletmek olduğu be­lirtilerek konuya girilmiştir: “Osmanlıların bir kısmı köle ve cariye adları altında esir halde yaşamakladırlar. Bir milletin esareti ne kadar kötü ise bir fer­din de esareti o kadar kötüdür. Bir zavallının saadeti, binlerce sefahatperestin zevk ve tantana­sından elbette daha mühimdir. Kölelik, cariyelik zamanımızda esaretin en kötü derecesidir. Fe­laketin daha büyüğü bu esaretin Osmanlı memleketi dahilinde yapılması ve revaçta olan bir ti­caret olmasıdır. Muhterem ve­killer, insanlık bu tutumunuz karşısında hayretler ediyor. Siz­ler ki hürriyetin timsalisiniz. El­bette hürriyete sadece kendinizi layık göremezsiniz. Bir cemiyet­te bir kişinin esir olması zaman­la o milletin esir olmasına yol açar. Hazreti Ali’nin ‘Ben Al­lah’ın kuluyum diyeni ebed-i it­tihazda haya ederim’ sözünden ibret alarak bu utanma daha zi­yade sizlere ait olmalıdır. Köle ve cariyelerin çektikleri eziyet­lerin manevi mesulü sizlersiniz. Zira onu kaldırmaya ancak sizin gücünüz yeter. Osmanlıların bir kısmı ve Çerkesler üzerinde var olan esareti gören Çerkes Teavün Cemiyetinin hayvanla­ra bile yapılmayan bu muame­lenin medeniyetin gereği olarak kaldırılacağına olan güveni tamdır.”16

ÇERKES KÖLE TİCARETİNİN YASAKLANMASI

Çerkeslerin yaptığı çalışma­lar sonuç vermiş, Çerkes köle­liğinin de zenci köleliği gibi kaldırılmasına dair karar 25

“Çerkes ve sair köle ve cariyelerin de üsera-yı zenciye gibi men-i bey’ ü şirası hakkında irade-i seniyye” Takvim-i Vekayi, 12 Mayıs 1327

Mayıs 1911 tarihli Takvim-i Vekâyi’de yayımlanmıştır.17 An­cak gerek Tahvim-i Vekâyi’de ve gerekse aynı emrin Düs­tur18 nüshasındaki tarihlere bakacak olursak, hükümet ko­nuyla ilgili kararı daha önce al­mış, ancak resmiyete geçirmemiştir. Zira 12 Şevval 1527-14 Teşrinievvel 1325 (27 Ekim 1909) tarihli Sadrazam Hüseyin Hilmi adıyla yayımlanan tezke­rede ve Meclis-i Mahsûs ve Vü­kelâ mazbatasında Çerkes köle ticaretinin yasaklandığını gör­mekteyiz. Gerekli irade ise üç gün sonra 15 Şevval 1527-17 Teşrinievvel 1525’te (30 Ekim 1909) çıkmıştır. Konuyla ilgili karara göre, “İslamiyette insan hürriyeti esas olduğundan bu tarihten sonra hür insanlara köle türü muamele edilmesi yasaklanmıştır. Kölelik Kanun-ı esasiye göre de yasaktır. An­cak, halen köle veya cariye olanlar hakkında en kısa za­manda daha sonra bir karar verilecektir. Çerkesler tarafın­dan halen uygulanan bu mu­ameleye katiyyen izin verilme­yecekir. Çerkes köle ticaretine de zenci köle ticareti gibi son verilmiştir.”

Çerkeslerin bu çalışmalar­dan haberdar olmadıklarını id­dia edemeyiz. Fakat, buna rağ­men yapılan çalışmaları değer­lendirecek olursak, ya Çerkes­ler bu iradenin bir an evvel yü­rürlüğe girmesi için hükümete baskı yapmayı hedeflemektey­diler veya alınan bu kararlar­dan hoşnut olmamışlardır. Zi­ra karara baktığımızda sadece Çerkes köle ticareti yasaklan­mış, var olan köle ve cariyeler için alınacak karar daha sonra­ya bırakılmıştır. Çerkeslerin istediği gibi, Çerkes milletine ait okulların açılması, kölele­rin muhacirler gibi kabul edil­mesi, onlara ev, iş verilmesi ve herhangi bir maddi yardım ve var olan kölelerin hürriyetini temin gibi bir durum ortada değildir. Ancak, köleliği önle­meye yönelik kanunun 1911 tarihinde yayımlandığını düşü­nürsek, Çerkes Teavün Cemiyeti’nin çabalarının sonuç ver­diği kanaatine varabiliriz.

SONUÇ

Osmanlı aydınları II. Meşru­tiyetin ilanıyla birlikte bütün meselelerin bir çırpıda hal olu­nacağına güvenmekteydi. On­lara göre, bütün olumsuzlukla­rın sebebi istibdat yönetimi, ya­ni Abdülhamid’di. Ancak ülke­nin ağır sorunları vardı ve bun­lara çözüm bulmak neredeyse imkânsızdı. Aydın kesim bek­lentilerine cevap alamayınca karamsarlığa düştü.19 Yukarıda Meclis i Mebusan’a hitaben ya­zılan bu çağrıda da sık sık meş­rutiyete atıfla bulunularak so­runun çözümü istenmiştir. Özellikle milletvekilleri hedef seçilerek onların duygusal ya­nına seslenildiği görülür. Hür­riyet kavramının üzerinde de hassasiyetle durulmuştur. Çün­kü, milletvekillerine yapılan çağrıda da belirtildiği gibi, mil­letvekilleri hürriyet timsali ola­rak görülmektedir. Çerkes kö­leliğine gelince, imparatorlu­ğun çöktüğü 20. yüzyılda bildi­ğimiz manada bir kölelik oldu­ğunu söylemek zordur. Yukarı­da da değinildiği gibi, Çerkesler hiçbir zaman klasik köle gibi kabul edilmemiş, da­ha ziyade ev işlerinde hizmetçi olarak kullanılmıştır. Hele du­rumun, cemiyet üyesi ateşli Çerkeslerin yazdığı gibi, içler acısı bir durumda olduğunu düşünmüyoruz. Ancak, esare­tin hangi şekilde olursa olsun tasvip edilmesi mümkün değil­dir. Konuya bu açıdan yaklaşıl­dığında yazılanlara hak ver­mek gerekir. Hele yazarların, “bir cemiyette bir kişinin esir olması zamanla o milletin esir olmasına yol açar” sözüne yü­rekten katılıyoruz. Kölelik veya kölelik kurumuna yönelik iddiaların tümü yeni Türkiye Cum­huriyetinin ilanıyla birlikte son bulmuştur. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti tamamı hür ve eşit insanların oluşturduğu bir ülkedir. Hiç kimse arasında sı­nıf farkını kabul etmez.

NOTLAR

  1. İsmail Parlatır, “Türk Sosyal Haya­tında Kölelik”, Belleten, Ankara, 1984, c. XLVII, S. 187, s. 805.
  2. Çerkesistan’da iki türlü köle vardır. Bunlardan ilkine “vune ut” denilir ve ev hizmetkârı ve halayık olarak kullanılır. Efendisinin bütün hizme­tini görürler. Hizmetleri karşılığın­da kendilerine bir şey verilmez. Ço­cukları, kendilerinin onayına bakıl­maksızın satılabilir. Sahipleri sade­ce onları giydirmek ve beslemekle görevlidir. İkinci nevi köleler Habze’ye tabi olanlardır. Bunlar köle ol­maktan ziyade sahiplerinin ortakçı­sı gibidirler. Savaşlarda galip taraf­lar, mağlup kabileleri kendileriyle eşit tutmak istemediklerinden, al­dıkları esirleri aralarında taksim ederek bunlardan, kendilerinden aşağı bir sınıf teşkil etmişler ve bu tabakaya “pşitli”, yani sahipli adam adını vermişlerdir. Bunlar haraç ve­ren kul gibidirler. Sahiplerinin soy­larından ve kabilesinden sayıldıkla­rı için kadın ve erkeklerine yeni soylarının ismiyle hitap edilir. Üret­tikleri ürünlerin yarısını sahipleri­ne vermekle yükümlüdürler. Pşitliler, bedelleri olan otuz köle vererek kendi hürriyetlerini satın alabilir­ler, Genç bir köle evlendiği zaman kızın bedelini sahibi verir. Habzeye tabi köle kızlar Çerkeslerin kendi arasında satılıp alınmaz, sadece İs­tanbul’a götürülüp satılır. Böyle bir durumda satış bedeli kızın babası ve sahibi arasında bölüşülür. İstan­bul’a satılmasının sebebi ise kızla­rın orada herhangi bir hanım oca­ğına gireceği içindir. Çerkesistan’daki kölelerin çoğu belli hakla­ra ve gelirlere sahip pşitlilerden oluşur. Konu hakkında daha ayrın­tılı bilgi için bkz. Jabajgi Baj, Çerkesya’da Sosyal Yaşayıs-Adetler, Anka­ra, 1969. s. 115-117.
  3. Ehud R. Toledano, Osmanlı Köle Ticareti (1840-1890), çev. Y. Hakan Erdem, İstanbul, 1994, s. 68-76.
  4. Age, s. 55-57. Bu konuda bugüne kadar yapılmış en kapsamlı ve dik­kate değer çalışma Toledano’nun bu eseridir.
  5. Köle ve Cariyeliğin Ref’î Hakkında Mebusan-ı Kirâma, s. 7-9; Tole­dano, age, s. 96-102.
  6. Toledano, age, s. 117-119, 141.
  7. Bu konudaki en kapsamlı çalışma için bkz. İsmail Parlatır, Tanzimat Edebiyatında Kölelik, İstanbul, 1987,227 s.
  8. Taner Timur, Osmanlı-Türk Roma­nında Tarih, Toplum ve Kimlik, is­tanbul, 1991, s. 27-28.
  9. Makalenin yazarı Hasan Amca, De­li Fuat Paşa’ya Çerkes Teavün Cemiyeti’nin reisi ile iki genç Çerkes talebenin, Saray’daki Çerkes kızla­rın çıkarılması için yoğun istekler­de bulunduğunu yazar. Bu iki gen­cin adları verilmemiştir. Ancak, gençlerin bizim makalemizde yazı­larını kullandığımız Haytuk Tevfik Talat ve Gotuk Halit olması kuvvet­le muhtemeldir. Bkz. Hasan Amca, “Çerkes Kızları Saraydan Niçin Çı­karılmıştı?”, Yeni Tarih Dünyası, İstanbul, 1953, c. 1, S. 1, s. 25; Parla­tır, ‘Türk Sosyal Havatında Köle­lik”, s. 826.
  10. Köle ve Cariyeliğin Ref’î Hakkında Mebusan-ı Kirâma, s. 10-13.
  11. Bu tip insan ticareti hâlâ Sam­sun’un Bafra ilçesinde devam et­mektedir. Sinop’un dağlık kesimin­deki aileler erkek çocuklarını özel­likle yaz aylarında çalışmak üzere, belirli bir ücret karşılığında toprak sahiplerinde kiralamaktadırlar. Ko­nunun birçok televizyon kanalı ve gazetelerde haber yapıldığı malumumuzdur. Avrıca bu konu hak­kında yapılan bir araştırma için bkz. Cevdet Yılmaz. “Bafra’da Ço­cuk İşçiler”. Akademik Açı, S. 4 (Samsun, 1997), s. 103-127.
  12. Sada-yı Millet, 9 Rebivülevvel 1328-­8 Mart 1326, 1. Sene/no: 111, s. 3-4-Köle ve Cariyeliğin Ref’î Hakkında Mebusan-ı Kirama, s. 17-22.
  13. Köle ve Cariyeliğin Refî Hakkında Mebusan-ı Kirama, s. 23-28.
  14. Bu konuda hemen hemen her dö­nemde çeşitli şikâyetlerin var ol­duğunu biliyoruz. Çeşitli milletle­re mensup kızların başka millettenmiş gibi gösterilip satılması Di­van toplantılarına dahi konu ol­muştur. Örneğin, bir Acem kızının Gürcü diye satılması hakkında bkz. Cevdet Türkay, “Esircilerle il­gili Bir Belge”. Belgelerle Türk Ta­rihi Dergisi. S. 11 (Ağustos 1968), s. 60.
  15. Köle ve Cariyeliğin Ref’î Hakkında Mebusan-ı Kirama, s. 14-16.
  16. Age, s. 4-6.
  17. Takvim-i Vekâyi, 26 Cemaziyel-evvel 1329, 12 Mayıs 1327, no: 832, s. 2.
  18. Düstur Tertib-i Sânı, Dersaadet 1529, s- 831-852.
  19. Konu hakkında yüzlerce kaynak vardır. Ancak belli bir fikir oluştur­mak için bkz. Hüseyin Kâzım Kad­ri, Türkiye’nin Çöküşü, İstanbul 1992, s, 23-27: Bernard Levvis, Mo­dern Türkiye’nin Doğusu, Ankara 1991. s. 210.

_________________________________

KAYNAK: Toplumsal Tarih, Eylül 1998, Sayı:58, s:53-58

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu