İkinci Meşrutiyetin İlanından Sonra Çerkes Teavün Cemiyeti’nin Çalışmaları ÇERKES KÖLELİĞİNİ ÖNLEMEYE YÖNELİK FAALİYETLER
Bu makalede aktaracağımız bilgiler, Meclis-i Mebusan üyelerini etkilemek ve bu sayede Çerkes köleliğini önlemek maksadıyla, Çerkes Teavün Cemiyeti tarafından 1326’da neşredilmiş olan “Köle ve Cariyeliğin Ref’i Hakkında Mebusan-ı Kirama” adlı kitapçığa dayanmaktadır. O dönemde konuya ilişkin tüm bilgileri içeren kitapçık Sinop Rıza Nur Halk Kütüphanesi Rıza Nur Bölümü’nde (eski kayıt no: 902, yeni kayıt no: 888) bulunmaktadır.
***
İnsanlık tarihi kadar eski bir olgu olan kölelik, bir insanın bütün varlığı ile bir başkasının tasarrufunda bulunmasıdır. Önceleri savaş esirliği ile ortaya çıkan, beslenen ve sosyal hayata yerleşen kölelik kurumu, zamanla toprağa bağlı kölelik, toplu kölelik ve ev içi hizmeti köleliği biçiminde geniş bir kullanım alanını içine almıştır. Bu yapısıyla da yüzyıllar boyu varlığını korumuş ve sürdürmüştür. Kölelik, özellikle 19. yüzyılda siyasi olarak Osmanlı Devleti’nin de gündemine girmiştir.1 Osmanlı Devletinde köle ticareti Afrika ve Kafkasya kökenli olmak üzere iki kaynaklıdır.
Kafkasya köle ticareti içinde Çerkes kölelerin özel bir yeri vardır. Çerkeslerin eski geleneklerinden biri de, kız çocuklarını ve çalışabilir erkek nüfusun bir bölümünü köle olarak İran ve Osmanlı Devleti gibi bazı ülkelere götürüp satmaktı.2 Kafkasya’nın dağlık coğrafi yapısı ve istikrarsız siyasi ortamı sebebiyle aile reislerinin çocuklarının geleceğini temin için böyle bir ticarete göz yumdukları en makul açıklama kabul edilebilir. Bu aynı zamanda elverişsiz bir alanda artan nüfusu dışarıya kanalize etmenin ve bu artı nüfusu toplumsal ekonomiye kazandırmanın da en kolay yoluydu. Sistemin savunulur bir yanı olmasa da, geçerli olduğu dönemlerde iyi işlediği ve amacına ulaştığı gerçektir.
Osmanlı Devleti’nde Çerkes köle ticareti sürekli yapılmaktaydı. 19. yüzyıla gelindiğinde bu ticaret hâlâ devam etmekteydi. Toledano’nun tespitlerine göre, 1842’de 1400, 1846’da 5-4000 Çerkes köle olarak Osmanlı Devleti’ne giriş yapmıştır. 1860’lara kadar senede 1-2000 Çerkes köle olarak getirilmeye devam etmiştir.3 Çerkes köleler diğer kölelerden ayırt edilmiş, daima elit bir kesim tarafından istihdam edilmişlerdir. Hatta imparatorluktaki en değerli köleler Çerkes kölelerdi. Bir Çerkes köle 1000 kuruştan 5000 kuruşa kadar alıcı bulabilmekteydi. Çerkes kızlar daha ziyade harem için alındıklarından ve istanbul’un zengin kesimine hitap ettiklerinden kimi zaman astronomik fiyatlara da alıcı bulabilmekteydi.4
Kafkasya’ya yönelik köle ticaretinde 1271 (1854) tarihi mühim bir yer tutar. Çünkü Osmanlı hükümeti’nin 1854 Ekiminin başlarında ingiltere’nin baskısıyla yayımladığı bir fermanla Çerkes köle ticareti yasaklanmıştır. Padişah, Batum Ordu-yu Hümayunu komutanı Mustafa Paşa’ya gönderdiği emirde “Çerkesistan halkının çocuk ve akrabalarını esaret suretiyle satmak gibi kötü bir alışkanlıkları vardır. Bazıları ise birbirlerinin çocuklarını çalarak hayvan ve eşya gibi satmaktadırlar. Bu durum insanlığa ve padişahın şanına aykırıdır. Bölge halkına gereken nasihat verilmelidir. Köle ticaretinde kullanılan iskele ve limanlar sıkı şekilde denetlenmelidir. Bu konuda bütün asker ve mülki memurların dikkati çekilmelidir. Bu emre aykırı davrananlar cezalandırılacaktır. Emrin uygulanmasını sağlamak senin [Mustafa Paşa] görevindir” demekteydi.5 Bu tip emirnamelerde genellikle esir ticareti önlenmek isteniyor, esirlik müessesesi ortadan kaldırılmıyordu. Bu yüzden, kölelik hoş karşılanmasa da, sosyal yaşantıdaki yerini muhafaza ediyordu.
Kırım Savaşı belasını savuşturan devletin, köle ticaretini önlemek için ferman yayımlandığı esnadaki takibatına daha sonra devam ettiğini söylemek güçtür. Fermanın çıkmasına vesile olan İngilizler bu durumdan hayli şikâyetçiydiler. İngilizler konu hakkında devamlı surette Babıâli’nin dikkati çekmişler, ancak bir sonuç alamamışlardır. Çünkü Osmanlı Devleti Çerkes köle ticaretini kendi iç meselesi olarak görüyordu. Bu yüzden 1857’de yasaklanan Afrika köle ticaretindeki gibi, yasağın uygulanmasını hassasiyetle takip etmemişlerdir. İngilizlerin 1854 fermanına dayanarak yaptığı başvurular, fermanın geçerliliğinin savaş zamanına ait olduğu iddia edilerek reddedilmiştir, İngilizler de bu hususta bir ilerleme kaydedemeyeceklerini anlayınca meseleyi tamamen Osmanlı Devletinin inisiyatifine bırakmışlardır.6
Çerkes köle ticaretinin devam ettiğini Türk romanlarında da görebiliriz.7 1872’de yayımlanan Misîlidis’in Temaşa-i Dünya ve 1896’da yayımlanan Nabizade Nâzım’ın Zehra‘sında olduğu gibi, yüzyılın sonlarına doğru yayımlanan romanların başlıca konularından biri de kölelerdir. Türk romanı bu konuda ikiye bölünmüş durumdadır. Bir kısım yazarlar köleliği eleştirirken, bir kısmı ise kölelerin bazıları hedefledikleri yaşama ulaştıkları için bu tür köleliğe hoşgörüyle yaklaşmıştır. Ancak, bu yüzyılda romanların başlıca tanınmış Çerkes kahramanları olan Eflatun Bev‘in ve Rakım Efendi‘nin Canan’ı, İntibah’ın Dilaşub’u, Sergüzeşt‘in Dilber’i, Sırrıcemal’in Zehra’sı bu mutluluğa erişememiştir. Taner Timur on binlerce köle arasında çok küçük bir azınlığın ikbale ermesi yüzünden bu kurumun savunulmayacağım belirtir. Hatta Tanpınar’ın köleliği ikbal ve yükselmenin bir basamağı olarak görmesini ve bu görüşüyle diğer yazarları etkilediği için de kınar.8
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Çerkes kızlar genellikle haremlerde istihdam edildiğinden II . Meşrutiyet öncesi Çerkes Teavün Cemiyeti haremdeki kızları çıkarmak için yoğun çaba harcamıştır. Dernek bu işi başarmak için Elena kahramanı Çerkes Deli Fuat Paşa’dan yardım istemiştir. Paşa, II. Abdülhamid’le dargın olduğundan, ingiliz elçiliği müsteşarı Fiç Moris’î araya sokmuştur. Yapılan girişim sonrası Çerkes kızlar serbest bırakılmıştır. Ancak, Deli Fuat Paşa kaygılarını dernek idarecilerine şöyle belirtmiştir: “Oradaki kızlar babalarının evinden ziyade emniyettedirler. Abdülhamid’in bu cephesi sağlamdır. Bizden bir teklif gelirse emin olun derhal bunları çıkarır. Sonra bu kızlar ziyan olmasın. Ortalarda kalırlar diye korkarım.”9 Bu sözler Osmanlı kamuoyunun Çerkes kölelere nasıl baktığına dair güzel bir örnektir. Çünkü münferit hadiseleri saymazsak Çerkes kızlar aileden biri sayılır, ona göre davranılırdı.
SADARETE VE MECLİSLERE VERİLEN DİLEKÇE
1. Meşrutiyetin ilanıyla birlikte çeşitli kuruluşlar var olan problemlerin halli için yeni yönetime başvurmaya başladılar. Bu çalışmalar içine giren kurumlardan biri de Çerkes Yardımlaşma Derneği’dir. Dernek, Sadaret, Meclis-i Mebusan ve Meclis-i Âyan’a gönderdiği 15 Kânunisani 1525 (28 Ocak 1910) tarihli dilekçelerle konuya hükümetin dikkatini çekmek istemiştir. Bu dilekçelerde şunlar belirtilmiştir:
Meşrutiyetin ilanıyla birlikte din, mezhep, cins ve ırk ayırt etmeksizin bütün milletin eşitliği sağlanılmak istenmiştir. Zenciler dahi kölelikten ve köle ticaretinden kesinlikle men edildiği ve hayvanlar dahi şiddetten korundukları halde, Çerkes milleti köle olarak kişisel hukuktan mahrum kalmaktadır. Bu durum ne İslamiyete, ne de Meşrutiyetin ruhuna uyar. Bütün milletlerde ortaya çıkmış ancak ortadan kaldırılmış olan esirliğin Çerkeslerin arasında devam etmesi büyük utançtır. Kanun-ı esasi ile her bir Osmanlıya verilen hukuktan Çerkes halkı henüz kesinlikle faydalanamamaktadır. Esaret her ne şekil ve surette olursa olsun herhangi bir kısım halk üzerinde uygulanması, Meşrutiyet kanunlarına, Kanun-ı esasinin hükümlerine, hükümetin ve milletvekillerinin düşüncelerine tamamen terstir. Köleliğin kaldırılmasıyla ilgili olarak şunlar yapılmalıdır:
a- Köleliğin kanunen kaldırılmış olduğunun ilanı,
b- Rusya tarafından yarım asır evvel Kafkasya’da tatbik olunduğu gibi okullar açılması.
c- Kölelerin % 90’ı en küçük bir gelirden mahrumdur. Okulların açılmasının maliyetini devletin üstlenmesi ve tayin edilecek miktarda bir paranın hükümet tarafından kölelere verilmesi. Bu paranın 1326 (1910-11) bütçesinde gösterilmesi.
d- Kölelerin iskân ve iaşesi için her kazada kaymakamların ve istanbul’da bizzat valinin başkanlığında birer himaye komisyonu kurulması. Kurulan bu komisyonlara Çerkeslerden de aza tayin edilmesi,
e- Her bir köle ailesi sahiplerinin tesirlerinin haricinde olmak üzere birer ev inşası, birer tarla, birer çift sığır hayvanı ile gerekli alet ve edevatın temin edilmesi. Bu harcamaların da 1326 bütçesine dahil edilmesi,
f- Bu kölelerin yeni muhacir gibi kabul edilmesi ve muhacirler hakkındaki muafiyetten faydalandırılması.10
Bu dilekçe yukarda saydığımız kurumların hepsine gönderilmiştir. Dilekçe olaya sadece hissi yönden yaklaşmamakta, aynı zamanda hükümete bir ıslahat programı uygulaması için de teklifte bulunmaktadır.
“İNSAN TİCARETİ”
8 Mart 1326 (21 Mart 1910) tarihli Sada-yı Millet gazetesinin 111 numaralı nüshasında yayımlanan “Esir Ticareti” başlıklı bir makalede iddia edilen bilgiler daha sonra Dahiliye Nezareti’ne verilecek bir dilekçede kullanıldığından önemlidir. Makale, Mülkiye Mektebi öğrencilerinden Haytuk Tevfik Talat ve Gotuk Halid adlı Hukuk Fakültesi öğrencisi iki Çerkes tarafından kaleme alınmıştır. Onların görüşlerine değer verilmesine bakarak, bu öğrencilerin Çerkes Yardımlaşma Derneği’nin etkin birer üyesi olduğu kanaatine varabiliriz. Zaten Meşrutiyet döneminin en bariz özelliklerinden biri de, dönemin öğrencilerinin günlük siyasete müdahale etmeleri ve hemen hemen hepsinin bir sivil toplum kuruluşunda yer almasıdır. Makalede üzerinde durulan başlıca konular şunlardır:
Meşrutiyetin ilanıyla birlikte Kanun-i esasi yeniden uygulamaya konulmuştur. Kanunun 10. Maddesi, “şahsi hukuk her türlü saldırıdan korunmuştur” der. Kanunnamede bu hükümden yararlanacak kişiler ayırt edilmemiştir. Böylece her Osmanlının eşitliği kabul edilmiştir. Halbuki fiiliyatta, hatta hükümetin başkentinde kölelik ve cariyelik hâlâ mevcuttur.
Köleliğin kaldırılması uluslararası anlaşmalarla kabul edilmesine ve devletin köleliği ve köle ticaretini yasaklamasına rağmen tamamen ortadan kaldırılmamış, devam etmiştir. Bugün Sivas, Canik, Bursa, Konya, Suriye ve özellikle İstanbul’da birçok köle ve cariye vardır, Arabistan’daki köle adeti ise tahminlerin üzerindedir. Kanaatimizce hükümet sadece köle ticaretini yasaklamamalı, köleliği ve cariyeliği de yasaklamalıdır. Ancak böylelikle bu insanlar da diğer hemcinsleri gibi hürriyet ve hayatın tadını alacaklardır. Bunu istemek vatandaşların hakkıdır. Eğer isteğimiz kabul edilirse peygamberin de ruhu şad olacaktır. Bu halin devamı Osmanlı tarihi için yüz karası olacaktır. Köleliğin üç çeşidi vardır:
1- Savaş yoluyla alınan esirler.
2- Farklı dinden oldukları için satılanlar. Özellikle eski Yunan’da görülmüştür. Günümüzde örneği kalmamıştır,
3-Fakirlik yüzünden halkın kendilerinden olan çocuklarını satmaları geleneğiyle ortaya çıkmış kölelik. Çerkes ve Gürcülerden olan köleler genellikle bu üçüncü gruba dahildir.
Hükümet bu ticaretin önlenmesi için isteksizce de olsa bir takibat yürütmektedir. Ne var ki, bu ticaretin devam ettiği şüphe götürmez bir gerçektir. Çünkü paşa konaklarından, debdebeli saraylardan şahsi hukuklarını savunmak için kaçan masum kızlar takip ediliyor, mahkemeye başvurdukları veya güvenlik güçlerine sığındıkları zaman dikkate alınmayarak konaklara ve saraylara geri gönderiliyorlar. Neden? Nasıl adalet! Emniyet müdürlüğü her yerden evvel İstanbul’da esir ticaretiyle uğraşanları yakalayabilir. Anadolu’daki fakir Türk aileleri de bir tür insan ticareti başlatmışlardır. Bugün Anadolu’da bazı fakir aileler çocuklarını belirli bir süre hizmet etmek için sattıkları ve bu ticaretin bir havli kârlı olduğu muhakkaktır.11 Fakat bu satılık kızlar sözde carîye olarak değil, hizmetçi olarak satılıp alınmaktadırlar. Her ne olursa olsun bir babanın, bir annenin çocuğunu hayvan gibi satması hürriyet adına en şiddetli bir saldırıdır. Bundan başka Bitlis’te bilhassa Mutki’de bazı Ermeni aileler çocuklarını silah ve hayvan karşılığında takas etmektedirler, insaniyet adına bu hale ağlamamak, teessüf etmemek elden gelmiyor. Bilmiyoruz hangi asırdayız.12
Makale, görüldüğü gibi, dönemin Osmanlı Devleti’nin esir ticaretinin bir panoramasını çizmektedir. Bir gazetede yayımlandığı için mesele halka mal edilmek istenmiş, köle ticaretinin Çerkeslerin haricinde başka aileleri de alakadar ettiği vurgulanmıştır. Yazarlar kamuoyu desteği almak için halkın hissi yanına da hitap etmeyi ihmal etmemişlerdir.
“20. ASR-I MEDENİYETTE ESARET”
Yukarıdaki başlığı taşıyan makale, yine aynı iki Çerkes genç tarafından Yeni Gazete‘nin 5 Nisan 1326 (16 Nisan 1910) tarihli, 589 numaralı nüshasında yayımlanmıştır. Çerkeslerin hükümetle yaptıkları temaslardan sonra halkın desteğini alabilmek ve kamuoyu yaratmak için bu makaleyi yayımladıklarını iddia edebiliriz. Bu makalede de kısaca şu fikirlere yer verilmiştir:
Esaret medeniyete ve kanunlara uymayan bir durumdur. Herkesin eşit olarak kanunlardan faydalanma hakkı bulunduğu halde bazı hemcinslerimizin bazılarının köle olarak her türlü hukuktan mahrum bırakılmaları mukaddes Kanun-ı esasimize karşı şiddetli bir saldırı ve bütün Osmanlılar için yüz karası olmayacak mıdır? Ey vatanı, milleti baskıdan kurtaran Osmanlılar, göreviniz henüz bitmemiştir. Bugün vatanımızda para ile insan alınıp satılıyor, insan ticareti hâlâ devam ediyor. Hürriyet, eşitlik, adalet gibi o mukaddes sözlerin hükmü nerede? Bu durum çaresiz devam edecek mi? Ey milletin kaderini eline almış mebuslar, sizlere hitap ediyoruz; esaretin kötülüğü ortadadır. Buna rağmen kendi hayvani emelleri için hukuku, insanlığı ayaklar altına alanlar memleketimizdeler. Bu insanlarla kanun gücüyle mücadele etmedikçe bu durum devam edecektir. Sizler bütün insanların haklarını korumakla görevlisiniz. Medeni âlemin sizden istediği ilk görev de buydu. Ey muhterem insanlar, kardeşlerimiz esaret altında ezilmektedir, cümlenizin şefkatine ihtiyaçları vardır, Kanun-ı Eesasi herkesin hakkını garanti altına almıyor mu? O halde, köle olan bu insanlar Osmanlı değil midir? Hayır, onlar da Osmanlıdır, Onlar da bu vatanın evladı, ancak kardeşleri tarafından esir edilmiş zavallı vatan evlatlarıdır; yazık, yazık!… Şeriatın esareti ne gibi şartlar altında kabul ettiği malumdur. Şimdiki Çerkes köleler şeriatın izin verdiği türden köleler midir? Şeriat hiçbir zaman kişi haklarını gasp etmemiş, zulüm ve baskıyı onaylamamıştır. Şeriata göre ancak, İslamı kabul etmeyenler ve savaş sırasında ele geçirilenler köle olarak kabul edilmiştir. Şimdiki köleler, Çerkeslerin durumu buna uygun değildir. Bunlar çeşitli kabilelerin Rusya ve diğer memleketlere akınları sırasında ele geçirilen insanlardır, işte, asırlarca evvel ele geçirilen bu insanlar şimdi köle namıyla anılıyorlar. Şeriat bu tür vahşilikleri şiddetle yasaklar, kabul etmez, istibdat döneminde Çerkesler sanki köle olmak için yaratılmış gibi muamele görmüşlerdir. O zamanlar birçok menfaatperestler hasis menfaatleri uğruna diğer milletlerden de pek çok insanı Çerkes adı altında satmış ve almıştır. Yani insaniyet sürekli yara almıştır. Köle ve cariye yoktur. Kendi şahsi menfaatlerimiz uğruna insanlarımızı mahvetmeyelim. Medeniyet asrında gerçekten medeni bir hükümet olmak istiyorsak köleliğe izin vermeyelim. Bir mazlumu kurtarmak için bin zalimi manen ve maddeten ezmek elbette makuldür. İstanbul’da çeşitli semtlerde satılmış ve satılmakta olan hizmetçilerin çoğunluğu vaktinde esir dahi alınmış kimseler olmayıp babaları, anneleri tarafından satılmış olmaları dikkat çekicidir. Bilinmesi gerekir ki, birçok konaklarda, saraylarda bulunan hizmetçiler bu hale göre gerçek cariye değildirler. Bu yüzden bunlarla birlikte olmak şeriaten caiz değildir. Nikâh ile alınmaları gerekir. Yoksa, doğacak çocuk gayri meşru olur. Gönül arzu eder ki, hükümet hemen esareti kaldırsın, birçok cefakârın hakkını teslim etsin, hatta insanlığa aykırı bu duruma son verdiğini tüm halka duyursun. Aksi halde tarih nazarında şaibeden kurtulamaz.13
DAHİLİYE NEZARETİ’NE VERİLEN DİLEKÇE
Bir başka dilekçe 6 Nisan 1326 (19 Nisan 1910) günü Dahiliye Nezareti’ne, köleliğin tamamen kaldırılması için gerekli olan kanunlar çıkana kadar geçecek zamanı beklemeden köleliğin derhal yasaklanmasını sağlamak için verilmiştir. Çerkesler daha önce Sadaret’e verdikleri dilekçenin Dahiliye Nezareti’ne gönderildiğini öğrenmişler ve Dahiliye Nezaretine de bir dilekçe vererek davalarına sahip çıktıklarını belirtmek istemişlerdir. Bu kez köle ticaretinin devam ettiğine dair kanıt olarak Sada-vı Millet gazetesinde yayımlanan yukarda içeriğini verdiğimiz makaleyi de kullanmışlardır.
Dilekçede kısaca şu fikirler yer almaktadır: “Köle, özellikle cariye ticareti Osmanlı Devleti’nin her tarafında yapılmaktaysa da, özellikle İstanbul bu konuda başı çekmektedir. Yaptığımız araştırma sonucunda Bursa ve çevre bölgelerde Türk, hatta Arnavut kızları dahi bu işi meslek edinmiş adamlar tarafından çalınıp Çerkes kızı diye saraylara, konaklara satılmaktadırlar.14 Padişahın sarayında yetişip çeşitli sebepler yüzünden (evlilik gibi) saray dışına çıkan cariyelerden Türk, hatta Arnavut olanlara rastlanması bu araştırmamızı doğrular. Hükümet tarafından bu durumun devamına izin verilmesi imkânsızdır. Bu ticaretin devamı aynı zamanda uluslararası anlaşmalara da aykırıdır. Bu yüzden gerekli kanunlar çıkana kadar bu ticaretin şiddetle yasaklandığının açıklanması yerinde olacaktır. Tedbir olarak, istanbul’da ne kadar Çerkesin köle ve cariye olarak bulunduğunun tespiti, bunların adlarının resmi olarak kayıt ettirilmesi gerekmektedir. Yine bunların hüviyetlerinin ve satıcılarından alınmış senet olup olmadığının soruşturulması lazımdır. Tespit edilenler sürekli teftiş altında bulundurulmalıdır. Bu kimseleri alan veya satanlara şiddetle ceza verilmelidir”.15 Çerkeslerin bu dilekçede daha kurnaz davrandığını söyleyebiliriz. Çünkü sadece Çerkeslerden değil Türk ve Arnavutları da işin içine alarak kamuoyunu genişletme amacı güdülmüştür. Kölelik tamamen ortadan kaldırılınca haliyle Türklere ve Arnavutlara yönelik tehlike de ortadan kalkacaktır. Bu taktik aynı zamanda bize başka bir gerçeği de göstermektedir. İddia doğruysa, Bursa ve çevresinde Türk ve Arnavut kızlarının zorla kaçırılması ayrıca bir araştırma konusudur. Bu durum gazetelere kadar aksettiğine göre, ciddi bir sosyolojik olgu olması gerekir. Ayrıca Çerkesler son derece mantıklı ve uygulanabilir bir programı da Dahiliye Nezareti’ne teklif etmişlerdir.
MEBUSLARA ÇAĞRI
“Muhterem Mebuslar” başlığıyla yapılan çağrıda, Meclis’in ikinci devresinin bitimine iki hafta kaldığı hatırlatılarak, yapılacak işlerin çokluğundan bahsedilmiştir. Ancak, yapılacak işlerin en mühiminin insani bir meseleyi halletmek olduğu belirtilerek konuya girilmiştir: “Osmanlıların bir kısmı köle ve cariye adları altında esir halde yaşamakladırlar. Bir milletin esareti ne kadar kötü ise bir ferdin de esareti o kadar kötüdür. Bir zavallının saadeti, binlerce sefahatperestin zevk ve tantanasından elbette daha mühimdir. Kölelik, cariyelik zamanımızda esaretin en kötü derecesidir. Felaketin daha büyüğü bu esaretin Osmanlı memleketi dahilinde yapılması ve revaçta olan bir ticaret olmasıdır. Muhterem vekiller, insanlık bu tutumunuz karşısında hayretler ediyor. Sizler ki hürriyetin timsalisiniz. Elbette hürriyete sadece kendinizi layık göremezsiniz. Bir cemiyette bir kişinin esir olması zamanla o milletin esir olmasına yol açar. Hazreti Ali’nin ‘Ben Allah’ın kuluyum diyeni ebed-i ittihazda haya ederim’ sözünden ibret alarak bu utanma daha ziyade sizlere ait olmalıdır. Köle ve cariyelerin çektikleri eziyetlerin manevi mesulü sizlersiniz. Zira onu kaldırmaya ancak sizin gücünüz yeter. Osmanlıların bir kısmı ve Çerkesler üzerinde var olan esareti gören Çerkes Teavün Cemiyetinin hayvanlara bile yapılmayan bu muamelenin medeniyetin gereği olarak kaldırılacağına olan güveni tamdır.”16
ÇERKES KÖLE TİCARETİNİN YASAKLANMASI
Çerkeslerin yaptığı çalışmalar sonuç vermiş, Çerkes köleliğinin de zenci köleliği gibi kaldırılmasına dair karar 25
Mayıs 1911 tarihli Takvim-i Vekâyi’de yayımlanmıştır.17 Ancak gerek Tahvim-i Vekâyi’de ve gerekse aynı emrin Düstur18 nüshasındaki tarihlere bakacak olursak, hükümet konuyla ilgili kararı daha önce almış, ancak resmiyete geçirmemiştir. Zira 12 Şevval 1527-14 Teşrinievvel 1325 (27 Ekim 1909) tarihli Sadrazam Hüseyin Hilmi adıyla yayımlanan tezkerede ve Meclis-i Mahsûs ve Vükelâ mazbatasında Çerkes köle ticaretinin yasaklandığını görmekteyiz. Gerekli irade ise üç gün sonra 15 Şevval 1527-17 Teşrinievvel 1525’te (30 Ekim 1909) çıkmıştır. Konuyla ilgili karara göre, “İslamiyette insan hürriyeti esas olduğundan bu tarihten sonra hür insanlara köle türü muamele edilmesi yasaklanmıştır. Kölelik Kanun-ı esasiye göre de yasaktır. Ancak, halen köle veya cariye olanlar hakkında en kısa zamanda daha sonra bir karar verilecektir. Çerkesler tarafından halen uygulanan bu muameleye katiyyen izin verilmeyecekir. Çerkes köle ticaretine de zenci köle ticareti gibi son verilmiştir.”
Çerkeslerin bu çalışmalardan haberdar olmadıklarını iddia edemeyiz. Fakat, buna rağmen yapılan çalışmaları değerlendirecek olursak, ya Çerkesler bu iradenin bir an evvel yürürlüğe girmesi için hükümete baskı yapmayı hedeflemekteydiler veya alınan bu kararlardan hoşnut olmamışlardır. Zira karara baktığımızda sadece Çerkes köle ticareti yasaklanmış, var olan köle ve cariyeler için alınacak karar daha sonraya bırakılmıştır. Çerkeslerin istediği gibi, Çerkes milletine ait okulların açılması, kölelerin muhacirler gibi kabul edilmesi, onlara ev, iş verilmesi ve herhangi bir maddi yardım ve var olan kölelerin hürriyetini temin gibi bir durum ortada değildir. Ancak, köleliği önlemeye yönelik kanunun 1911 tarihinde yayımlandığını düşünürsek, Çerkes Teavün Cemiyeti’nin çabalarının sonuç verdiği kanaatine varabiliriz.
SONUÇ
Osmanlı aydınları II. Meşrutiyetin ilanıyla birlikte bütün meselelerin bir çırpıda hal olunacağına güvenmekteydi. Onlara göre, bütün olumsuzlukların sebebi istibdat yönetimi, yani Abdülhamid’di. Ancak ülkenin ağır sorunları vardı ve bunlara çözüm bulmak neredeyse imkânsızdı. Aydın kesim beklentilerine cevap alamayınca karamsarlığa düştü.19 Yukarıda Meclis i Mebusan’a hitaben yazılan bu çağrıda da sık sık meşrutiyete atıfla bulunularak sorunun çözümü istenmiştir. Özellikle milletvekilleri hedef seçilerek onların duygusal yanına seslenildiği görülür. Hürriyet kavramının üzerinde de hassasiyetle durulmuştur. Çünkü, milletvekillerine yapılan çağrıda da belirtildiği gibi, milletvekilleri hürriyet timsali olarak görülmektedir. Çerkes köleliğine gelince, imparatorluğun çöktüğü 20. yüzyılda bildiğimiz manada bir kölelik olduğunu söylemek zordur. Yukarıda da değinildiği gibi, Çerkesler hiçbir zaman klasik köle gibi kabul edilmemiş, daha ziyade ev işlerinde hizmetçi olarak kullanılmıştır. Hele durumun, cemiyet üyesi ateşli Çerkeslerin yazdığı gibi, içler acısı bir durumda olduğunu düşünmüyoruz. Ancak, esaretin hangi şekilde olursa olsun tasvip edilmesi mümkün değildir. Konuya bu açıdan yaklaşıldığında yazılanlara hak vermek gerekir. Hele yazarların, “bir cemiyette bir kişinin esir olması zamanla o milletin esir olmasına yol açar” sözüne yürekten katılıyoruz. Kölelik veya kölelik kurumuna yönelik iddiaların tümü yeni Türkiye Cumhuriyetinin ilanıyla birlikte son bulmuştur. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti tamamı hür ve eşit insanların oluşturduğu bir ülkedir. Hiç kimse arasında sınıf farkını kabul etmez.
NOTLAR
- İsmail Parlatır, “Türk Sosyal Hayatında Kölelik”, Belleten, Ankara, 1984, c. XLVII, S. 187, s. 805.
- Çerkesistan’da iki türlü köle vardır. Bunlardan ilkine “vune ut” denilir ve ev hizmetkârı ve halayık olarak kullanılır. Efendisinin bütün hizmetini görürler. Hizmetleri karşılığında kendilerine bir şey verilmez. Çocukları, kendilerinin onayına bakılmaksızın satılabilir. Sahipleri sadece onları giydirmek ve beslemekle görevlidir. İkinci nevi köleler Habze’ye tabi olanlardır. Bunlar köle olmaktan ziyade sahiplerinin ortakçısı gibidirler. Savaşlarda galip taraflar, mağlup kabileleri kendileriyle eşit tutmak istemediklerinden, aldıkları esirleri aralarında taksim ederek bunlardan, kendilerinden aşağı bir sınıf teşkil etmişler ve bu tabakaya “pşitli”, yani sahipli adam adını vermişlerdir. Bunlar haraç veren kul gibidirler. Sahiplerinin soylarından ve kabilesinden sayıldıkları için kadın ve erkeklerine yeni soylarının ismiyle hitap edilir. Ürettikleri ürünlerin yarısını sahiplerine vermekle yükümlüdürler. Pşitliler, bedelleri olan otuz köle vererek kendi hürriyetlerini satın alabilirler, Genç bir köle evlendiği zaman kızın bedelini sahibi verir. Habzeye tabi köle kızlar Çerkeslerin kendi arasında satılıp alınmaz, sadece İstanbul’a götürülüp satılır. Böyle bir durumda satış bedeli kızın babası ve sahibi arasında bölüşülür. İstanbul’a satılmasının sebebi ise kızların orada herhangi bir hanım ocağına gireceği içindir. Çerkesistan’daki kölelerin çoğu belli haklara ve gelirlere sahip pşitlilerden oluşur. Konu hakkında daha ayrıntılı bilgi için bkz. Jabajgi Baj, Çerkesya’da Sosyal Yaşayıs-Adetler, Ankara, 1969. s. 115-117.
- Ehud R. Toledano, Osmanlı Köle Ticareti (1840-1890), çev. Y. Hakan Erdem, İstanbul, 1994, s. 68-76.
- Age, s. 55-57. Bu konuda bugüne kadar yapılmış en kapsamlı ve dikkate değer çalışma Toledano’nun bu eseridir.
- Köle ve Cariyeliğin Ref’î Hakkında Mebusan-ı Kirâma, s. 7-9; Toledano, age, s. 96-102.
- Toledano, age, s. 117-119, 141.
- Bu konudaki en kapsamlı çalışma için bkz. İsmail Parlatır, Tanzimat Edebiyatında Kölelik, İstanbul, 1987,227 s.
- Taner Timur, Osmanlı-Türk Romanında Tarih, Toplum ve Kimlik, istanbul, 1991, s. 27-28.
- Makalenin yazarı Hasan Amca, Deli Fuat Paşa’ya Çerkes Teavün Cemiyeti’nin reisi ile iki genç Çerkes talebenin, Saray’daki Çerkes kızların çıkarılması için yoğun isteklerde bulunduğunu yazar. Bu iki gencin adları verilmemiştir. Ancak, gençlerin bizim makalemizde yazılarını kullandığımız Haytuk Tevfik Talat ve Gotuk Halit olması kuvvetle muhtemeldir. Bkz. Hasan Amca, “Çerkes Kızları Saraydan Niçin Çıkarılmıştı?”, Yeni Tarih Dünyası, İstanbul, 1953, c. 1, S. 1, s. 25; Parlatır, ‘Türk Sosyal Havatında Kölelik”, s. 826.
- Köle ve Cariyeliğin Ref’î Hakkında Mebusan-ı Kirâma, s. 10-13.
- Bu tip insan ticareti hâlâ Samsun’un Bafra ilçesinde devam etmektedir. Sinop’un dağlık kesimindeki aileler erkek çocuklarını özellikle yaz aylarında çalışmak üzere, belirli bir ücret karşılığında toprak sahiplerinde kiralamaktadırlar. Konunun birçok televizyon kanalı ve gazetelerde haber yapıldığı malumumuzdur. Avrıca bu konu hakkında yapılan bir araştırma için bkz. Cevdet Yılmaz. “Bafra’da Çocuk İşçiler”. Akademik Açı, S. 4 (Samsun, 1997), s. 103-127.
- Sada-yı Millet, 9 Rebivülevvel 1328-8 Mart 1326, 1. Sene/no: 111, s. 3-4-Köle ve Cariyeliğin Ref’î Hakkında Mebusan-ı Kirama, s. 17-22.
- Köle ve Cariyeliğin Refî Hakkında Mebusan-ı Kirama, s. 23-28.
- Bu konuda hemen hemen her dönemde çeşitli şikâyetlerin var olduğunu biliyoruz. Çeşitli milletlere mensup kızların başka millettenmiş gibi gösterilip satılması Divan toplantılarına dahi konu olmuştur. Örneğin, bir Acem kızının Gürcü diye satılması hakkında bkz. Cevdet Türkay, “Esircilerle ilgili Bir Belge”. Belgelerle Türk Tarihi Dergisi. S. 11 (Ağustos 1968), s. 60.
- Köle ve Cariyeliğin Ref’î Hakkında Mebusan-ı Kirama, s. 14-16.
- Age, s. 4-6.
- Takvim-i Vekâyi, 26 Cemaziyel-evvel 1329, 12 Mayıs 1327, no: 832, s. 2.
- Düstur Tertib-i Sânı, Dersaadet 1529, s- 831-852.
- Konu hakkında yüzlerce kaynak vardır. Ancak belli bir fikir oluşturmak için bkz. Hüseyin Kâzım Kadri, Türkiye’nin Çöküşü, İstanbul 1992, s, 23-27: Bernard Levvis, Modern Türkiye’nin Doğusu, Ankara 1991. s. 210.
_________________________________
KAYNAK: Toplumsal Tarih, Eylül 1998, Sayı:58, s:53-58