Bezroko Yılmaz

27 Mayıs Ayaklanmasında Kafkasyalılar-IV

yilmaz-donmez
BEZROKO YILMAZ DÖNMEZ yilmazdonmezxxx@yahoo.com

Önceki üç yazıda Türk siyasî sistemini yeniden dizayn eden bu tarihî hadisede göze çarpan Kafkasyalılardan bahsettik. İstiklâl mücadelesinde olduğu gibi 27 Mayıs’ta da Kafkasyalılar milliyetçi hislerle davranmadılar. Karşılıklı jest yaptıkları gibi pozisyonları icabı birbirlerine çelme de attılar. Ortak noktaları karar mekanizmasında belirleyici güç olamamaları, üstteki bir iradeye bağımlı olmalarıydı. İçlerinde en öne çıkan Kabibay’ın tek yapabildiği her kilidi açan bir anahtar olmaktan ibaretti. Agasi Şen ise kişisel kariyerini taçlandıran görevlerin müdavimi olabilmişti. O kadar!

İlerleyen satırlarda 27 Mayıs’ın siyasî gerçeğini çözümlemeye çalışarak, Kafkasyalıların bu gerçek içindeki konumunu tartışmaya açacağız.

Bir şeyi tanımlamak, onu yerli yerine oturtmak için önemlidir. O tanım üzerinden olay ve kişiler anlam kazanarak tarihe mal olur. Bu sebeple belirtmek gerekir ki, 27 Mayıs sabahı başlayan iktidara el koyma harekâtı, bir ihtilâl veya bir askerî darbeden ziyâde meşru bir iktidarı yıkmaya yönelik ayaklanma girişimidir. Yeraltına inen cunta kadrolarında yalnız askerler gözükmekle birlikte zemini hazırlayanlar arasında ana muhalefet partisi CHP, gazeteciler, akademisyenler, üniversite öğrencileri, MAH mensupları, hâkim ve savcılar ile diğer bürokratlar da yer almıştır. Ayaklanmaya ‘darbe’ diyerek günahın tümünü askerlere yıkıp diğer kesimleri görmezden gelmek hakkaniyet esaslarına ve ilim ahlâkına aykırıdır.

Bu ayaklanma girişiminin gelişimi de şöyleydi:

donmez-27-mayis-1Dönemin anamuhalefet partisi CHP, 1946 seçimlerinde hileye başvurmak zorunda kalıp 1950 genel seçimleri ile 4 ay sonraki belediye seçimlerinden istediği sonuçları alamayınca seçimle iktidara gelme umudunu yitirdi. Daha 1954 yılındaki seçim hezimetini yaşamadan önce partinin 4 ağır topu İnönü’nün evinde bir araya gelerek hükümet darbesinden başka alternatif kalmadığını görüştü. Bu toplantıya katılan ve antidemokratik yaklaşımı doğru bulmayan iki kişi sonradan partiden ayrıldı. 1954 yılındaki tarihî seçim hezimetinin ardından büyük ümitlerle 1957 seçimlerine hazırlanan parti sonuç odaklı yeni propaganda tekniklerine başvurdu. Muhalefetteki diğer iki parti ile (Hürriyet Parti ve Cumhuriyetçi Millet Partisi) ile işbirliğine geçildi. Fuat Köprülü, Fahri Belen ve Burhanettin Onat gibi Demokrat Partinin önemli isimlerinin istifa ettirildi. O dönem ‘Komünist’ bilinen isimler parti araştırma bürosuna alındı, genç ve dinamik isimler sahaya sürülerek âdeta bir ‘savaş cephesi’ kuruldu. O günlerde cuntacı subaylar iktidarı devirme plânlarını olgunlaştırmak için toplantı üstüne toplantı yapıyorlardı. Seçimler kaybedilince de emekli askerler kışlalarda temasa memur edildi, iktidardan rahatsız generaller direktif almak üzere İnönü’nün evini ziyaret etti. Seçimlerden iki gün sonra yapılan 29 Ekim (1957) törenlerinde darbe yapamayan cunta, Aralık 1957’de son plânlarını hazırlamak üzere temaslarını yoğunlaştırdı. Ancak birinci darbe girişimleri bir ihbarla deşifre oldu.
1957-1960 arasında CHP, ayaklanmanın meşru olabilmesi için zemin hazırlıklarını hızlandırdı. Gaziantep, Zile, Kayseri, Uşak gibi şehirlerde tansiyon arttırıcı provokasyonlara girişti. Partili milletvekilleri İstanbul ve Ankara Üniversitesinde meydana gelen olaylarda, yurt öğrencilerini örgütleyerek sahaya sürdü. Milli Şef Meclis kürsüsünden iktidarın meşruiyetini yitirdiğini söyleyerek ihtilâlin artık bir hak olduğunu haykırdı.

Velhasılı anamuhalefet partisi bütün varlığıyla 27 Mayıs ayaklanmasının plânlamasında ve zemininin hazırlanmasında aktif olarak görev aldı. Bu tespit kişisel bir fikir olmaktan ötedir. Çünkü sonraki yıllarda partinin asker kökenli milletvekillerinden Turgut Göle gazeteci Cüneyt Arcayürek’e 27 Mayıs’ı önceden bildiklerini ifşa edecek, MBK üyesi Ahmet Er CHP’li milletvekillerin darbecilerle yaptığı işbirliğini hatıratında yazacaktır. Damat Metin Toker de partinin 28 Nisan – 27 Mayıs 1960 tarihleri arasında bir yer altı faaliyetinin bütün hazırlıklarını tamamlamakta olduğunu kitabında yazmıştır.

İmparatorluk dönemi ile Cumhuriyetin ilk yıllarında üniversite (ilmiye) iktidarın tabii bir parçasıydı. Demokrasinin Cumhuriyeti taçlandırması ile birlikte millet doğrudan iktidarı belirleme hakkı kazanınca üniversite rol kaybına uğradı. Demokrat Partinin  (DP) doğrudan millete yönelmesi ve refahtan pay vermesi, yeni üniversiteler açması camiada müspet tesir yapmadı. Üniversite yönetimleri ve etkin isimleri CHP ile iltisaklı siyasî kimselerdi. İstanbul Üniv. Rektörü Prof. Sıddık Sami Onar, 27 Mayıs’tan bir ay önce İnönü ile gizli bir görüşme gerçekleştirmişti. Partinin gençlik teşkilâtları Dr.Suphi Baykam’ın öncülüğünde fakültelerde ve öğrenci yurtlarında aktif şekilde örgütlenmişti. Alarm zili 28 Nisan 1960 günü İstanbul’da, ertesi günü de Ankara’da çaldığında bu öğrenciler sahneye çıkarıldı. Üniversite plânda kendisine verilen sembolik rolü oynamıştı.

21 Mayıs 1960 günü Harp Okulu öğrencilerinin subayları eşliğinde Atatürk Bulvarında yürümesiyle artık kılıcın kınından çıktığı anlaşılmaktaydı. Göre göre gelen müdahaleyi kavrayamayan iktidar, demokrasiyi korumakta aciz kaldı.

Kanun hükümlerini tatbik etmeyerek alınan tedbirleri boşa çıkaran, meşru iktidarı devirmek için suç işleyenleri kollayarak cesaretlendiren hâkim ve savcılar müdahale zemininin hazırlanmasında etkili oldu. Necip Fazıl gibi iktidar partisine yakın kimseler hakkında takibat yapılması, gazetelerin gereksiz yere kapatılması ve muhaliflerin nezarete atılarak propaganda ortamının oluşturulmasında İnönü’nün eline koz verildi.  ‘Basın özgürlüğü’ üzerinden hem içerde hem de dışarıda yapay bir meşruiyet yolu böyle açıldı.

Kayseri ve Uşak hadiseleri, üniversite eylemleri ve Harbiye’nin kışlasından çıkması müdahaleyi meşru hak olarak gösteren İnönü’nün fetvasıyla birleşince bir kısım subaylar iktidarı ele geçirmek için üniformalarının gücünü kullandı.

27 Mayıs’ın ülke içindeki genel manzarası böyle olsa da hakkında birçok bilinmeyen mevcuttur. Örneğin Menderes iktidarının devrilmesine, neden yukarda bahsettiğimiz olayların henüz gerçekleşmediği 1954 yaz aylarında karar verildiği belirsizdi. Tarih bütünlüğü içinde objektif olarak bu kararın arka plânını anlamak için Tuzla Uçaksavar Okulunda 1954 sonbahar’ında kurulan ilk cunta öncesinde yaşanan bazı olaylara mercek tutmak gerekir. Hatıratlara alınmayarak gizli tutulan hangi olaylar bu düğümün çözülmesinde yardımcı olacaktı?

donmez-27-mayis-2DP’nin itici gücü olan ve arkasına halkı alan Menderes’in partisinden ayrı bir programı vardı. Nihai hedefi kalkınma hamleleriyle ülkeyi diriltmek, bağımsız politika izleyecek seviyeye getirmekti. Attığı ilk iktisadî bağımsızlık hamlelerinden biri 1951’de banknot basımı için darphane kurmaya kalkışmasıydı. O güne kadar İngiltere, Almanya ve ABD’de basılan banknotlar artık Ankara’da basılacaktı. 1958 yılında hayata geçirilecek olan bu adım dışarıda bazı yüzleri asmaya yetmişti.

29 Ocak 1954 günü Türkiye ile Demirköprü Barajını kredilendirmeyen Dünya Bankası arasında da ipler gergindi. Bu gerginliğin bir yansıması olarak Menderes, 16 Şubat 1954 günü Dünya Bankası temsilcisini (Hollanda Maliye eski bakanı Pieter Ö.Lieftinck) ülkeden kovmuştu. Küresel finans güçleri ile DP iktidarı arasında âdeta bir savaş cereyan ediyordu. Fakat Menderes yalnız bu adımlarla yetinmeyecek kadar idealistti.

Osmanlı coğrafyasında bilhassa Irak’ta etkili olmak istiyordu. Kalkınma hamlesi yerli/ucuz enerjiye kavuşmaya ve hammadde kaynaklarının inşa edilen fabrikalarda işlenip satılmasına dayanıyordu. Küresel güçlerin tavsiye ettiği montaj ve ekonomik değeri düşük basit maddelerin atölye tarzı üretimine yanaşmıyordu. Kafasındaki modelin altyapısını kurmak için hem teknoloji transferi yapması hem de döviz bulması gerekiyordu. Her ikisi de yokluktan yeni çıkmış ülkede yoktu. Yatırımlar üretime dönüşünceye kadar sıkıntılara katlanmak gerekecekti.

Cumhuriyet kurulmuş olsa da İmparatorluk borçları tıkır tıkır ödenmeye devam ediyordu. 1854’te Abdülmecit döneminde başlayan ve 1983 yılında bitirilmesi plânlanan borç Menderes tarafından 29 yıl erkene çekilerek tam 100 yıl sonra kapatıldı. Dış borcun sıfırlanması malî itibarın kurtarılması ve iktisadî bağımsızlık bakımından önemliydi. Ne hazindir ki ülkeyi boyunduruktan kurtaran bu gelişme basını heyecanlandırmamıştı.

İktidarı devirme kararı 25 Mayıs 1954’teki borç kapatma hamlesinden sonra yurt dışında alındı. Küresel aktörler seçimlerden tarihî bir rekorla çıkan iktidarı döviz darboğazı yolu ile köşeye sıkıştırdı. Çivi, teneke, çuval, demir, sicim gibi ithal edilen lüzumlu malların tedarikinde yaşanan sıkıntı vatandaşı bunalttı. Birkaç ay sonra da Tuzla Uçaksavar Okulunda biraraya gelen biri Çerkes asıllı (Orhan Kabibay) iki subay ilk cuntayı kurdu. Onların hikâyesi bizim yazdıklarımızdan farklıydı.

donmez-27-mayis-327 Mayıs hakkında bilinmeyen ikinci ve en önemli husus arkasındaki gücün kimliğiydi. Ayaklanmanın dahili aktörleri bilinmekte ise de dış desteği hakkında kafalar karışıktır. Bu karışıklığı açmaya çalışalım. Dizinin ilk yazısında belirttiğimiz üzere İmparatorluğu İngiltere-Fransa ittifakı yıkmıştı. Yerine kurulan sistemin asıl kurgulayıcısı da İngiltere idi. II. Dünya Savaşı ile küresel egemenlik İngiltere’nin elinden sömürgelerini terke zorlayan ABD’ye kaydı. 5 Nisan 1946’da Missouri zırhlısı İstanbul’a geldi. İnönü ve ekibi kendilerinden beklenen ilgiyi göstermeyince Mayıs 1947’de bir Amerikan donanması Dolmabahçe önlerinde demirledi. İnönü Amerikalı amiralleri karşılamak için Ankara’dan İstanbul’a gelmek zorunda bırakıldı.  Amerikalılarla yapılan ilk bağlayıcı anlaşma (Marshall) ve demokrasinin önünü açan 12 Temmuz beyannamesi birer gün arayla ilân edildi. Eğitim için gönderilen ilk subay kafilesinin ardından Genelkurmay Başkanı da heyetiyle Amerika’ya gitti.

İngilizlerden sonra Amerikan donanmasının demir attığı Türkiye, sıradan bir ülke değildi, jeopolitik öneminin yanı sıra petrol coğrafyasıyla yakın bağlara sahipti. Bölgeye yabancı olan ABD, bu bağlardan faydalanarak İngiltere’nin hakim olduğu coğrafyaya yerleşmek istiyordu. Dünya üzerinde bu şekilde cereyan eden İngiltere-ABD rekabeti tabii olarak Türk siyasi hayatına da yansıyordu. Demokrasiye geçiş kararı, adayların İnönü’nün karşısına çıkma cesareti bulması ve ilk çok partili seçimler Amerikan rüzgârının etkisi altında gerçekleşti. Türkiye’yi bırakmak niyetinde olmayan İngiltere,  tarihî tecrübesiyle mücadele etmeye kararlıydı.

İngilizler kendi kurup sonradan ABD’ye kaptırdıkları NATO’da etkindi. Çıkarlarına ters işler yapan Menderes’i NATO bağlantılı subayları kullanarak devirmişlerdi. Yani
27 Mayıs bir NATO darbesiydi. Darbenin kukla lideri olan Org. Cemal Gürsel’in, ‘Yalnız Türkiye’yi değil aynı zamanda NATO müttefiklerimizin sağ kanadını da kurtardık.’ şeklindeki açıklaması bunu gösteriyordu. Ordunun tasfiyesi için kullanılan 12 milyon dolar (100 milyon TL) Amerikan Büyükelçiliğinden değil NATO’dan istenmişti.

Elbette bu makalenin konusu 27 Mayıs’ı anlatmak değil. Ayaklanmaya katılan Kafkas kökenlilerin ne tür bir olaya karıştıklarını anlamak için yazdık bu tarihi süreci. Perde gerisini anlamadan sahneyi anlamlandırmak mümkün değildir çünkü.

Şimdi o yakıcı soruyu sorabiliriz: 27 Mayıs’ta sahneye çıkan ve ülkeleri için iyi şeyler yaptığına inanan Kafkasyalılar, iyi şeylerin mi içindeydiler?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu