EleştiriRoman

SÜRÜLENLER

surulenler

Yazan: Meşbaş’e Yishakh
Çeviri: Fahri Huvaj
Adıge Yayınları, 2015

 

KUŞBA E. 
 “Sürülenler” kitabı hakkında bir değerlendirme yazısı yazmak için klavye başına geçtiğimizde daha yazarın ismini yazarken defo buluyor olmak doğrusu can sıkıcı.

Yazarın ismi kitaba Meşbaş’e Yishakh olarak yazılmış. Daha önce Mevlüt Atalay tarafından Türkçeleştirilen “Bitmeyen Umutlar 1-2” romanında Meşbaşe İshak, “Taş Değirmen”de Meşbaş’e İshak olarak literatüre giren yazarın ismi “Sürülenler” romanıyla birlikte Meşbaş’e Yishakh’a dönüşmüş. Özel bir isimde iki çevirmenin üç ayrı transliterasyonda bulunması bizi her zaman yaşadığımız “Bir yerde iki Çerkes varsa, üç ayrı fikir vardır” gerçeğiyle bir kere daha yüz yüze getirdi.

Yani, her an, her konuda –bilerek /bilmeyerek- kaos üretmekte üstümüze yok maşallah. Transliterasyonda bile hepimizin ayrı bir fikri ve ayrı bir yaklaşımı mevcut. Halbuki bilinir ki, bu tür edebiyat eserleri gibi çevirilerde fonetik değil, fonoloji esastır. Yani çeviriniz seslerin çıkarılmasına veya kaydedilmesine odaklı -dilbilim, dil öğrenimi gibi- ilmi bir konuda değil ise “kaynak metindeki” sesleri, aktarılan dilin alfabesi ve standartlarını esas alıp en yakın yazım şekli ile ifade etmeyi tercih etmelisiniz. Sebebi de gayet basit: çevirdiğiniz eserlerin okuyucusu, kendi dilinde -yani çevirdiğiniz dilde- olmayan sizin “kullandığınız/ürettiğiniz” alfabedeki sesleri bilmez ve bilmek zorunda da değildir. Onun için, okura aktarım yaptığınız dilde olmayan yeni bir sesi çıkarttırmak için koyduğunuz kesmelerin (apostrof), iki harfi yan yana getirip oluşturacağınız yeni seslerin hiç bir faydası olmayacaktır. Dolayısıyla bu şekilde bir kullanım doğru değildir. Özetle çevirmenlerimizin, yazarın ismini kitaplarına geçerken “Meşbaşe İshak” veya “Meşbaşe Yishak” formlarından birini tercih etmeleri doğru olacaktır.

Bunu gerekli kılan bir diğer husus da bu yayınların tamamının ISBN numarası alırken Kültür Bakanlığı’nın veri tabanına işleniyor ve uluslararası yayın literatürüne giriyor olmasıdır. Ve buralarda bu yayınlar gerektiğinde yazarlarına göre tasnif edilip v.s. pek çok araştırmada veri olarak kullanılıyor. Kayıtlara aynı ismi üç ayrı şekilde girerseniz üç ayrı yazarmış gibi işlem görüyor ve böylece yanıltıcı sonuçlara da zemin hazırlanmış olunuyor.

Bu tür “amatörlüklere” artık bir son verelim deyip transliterasyon faslını kapatalım.

***

“Sürülenler”i detaylı bir kritiğe tabi tutmaya kalksak bültenimizin bu sayısı yetmez. Onun için örneklemelere girmeden yüzeysel bir tanıtım ve kritik yapacağız.

Sürülenler tarihi bir roman. Yazarın son yazdığı roman olmakla birlikte yeni yazdığı bir roman diyemeyiz; ancak yeniden yazdığı bir roman diyebiliriz. Çünkü daha önce yayımladığı “Taşdeğirmen” adlı romanın son 140 sayfasının yeniden kaleme alınmış hali “Sürülenler”.

“Taşdeğirmen” 1830 yılından 1864 sürgününe kadar olan dönemi ele alıyordu; “Sürülenler” ise 1859’da Şamil’in teslim olmasından 1864’e kadar olan dönemi işliyor. Bazı kahramanların isimleri değiştirilmiş, bazı ufak tefek eklemeler yapılmış ve bazı kısımlar yeniden kaleme alınmış; yapılan değişikliklerin hepsi bu kadar.

***

Olaylar ağırlıklı olarak Kuzey Batı Kafkasya’da, Abdzeh bölgesinde geçiyor. Romanın baş  kahramanları gerçek tarihi şahsiyetler: Muhammed Emin, Zanıko Sefer, Zanıko Karbatır, Berzeg Hacı Giranduk, Bırc Hasan, Dzepş İsmail, Huşt Hacı Hasan, James Bell, Flipson, Yevdomikov, Baryatinski, Çar 2. Aleksandr, David Urqhart, v.d.

Konusu özetle şöyle: Şamil’in yenilgisinden sonra Batı Kafkasya’daki naibi Muhammed Emin’de de savaşın artık bitirilmesinden yana bir fikir oluşur. M. Emin Ruslarla görüşüp Abdzehleri temsilen bir barış anlaşması imzalar ve Ruslara teslim olur. Bu anlaşma ile Abdzeh diyarında hakim olan bir buçuk yıllık barış sürecinde Ruslar ve Kazaklar bölgeye daha çok nüfuz edip yerleşirler. Rusların bu sinsice tavırlarından  rahatsız olan ve kandırıldığını düşünen Abdzehler, Wubıhlarla, Şapsığlarla ve Sadz Abazaları ile birlikte Wubıh lider Berzeg Hacı Giranduk öderliğinde yeni bir devlet düzeni oluşturmak üzere Büyük Özgür Meclis’i kurarlar . Büyük Özgür Meclis üyeleri önce Bölgedeki üst düzey Rus komutanlar, sonra Çar II. Aleksandr’la görüşerek savaşa bir son verilip, topraklarında barış içinde ve özgürce yaşamak istediklerini belirtirler. Bunun için de Rusya’dan topraklarında yeni kaleler yapıp, Kazak stanitsaları kurmamaları, ormanlarını kesmemeleri, v.b. konulardaki taleplerinin dikkate alınmasını isterler. Ancak Rusların bu taleplere kulak tıkamaları ve kendi taleplerini dayatmaları sonrası gelişen olumsuz hava, Yevdemukov’un Farze Vadisi’nden başlattığı Abdzah yerleşim yerlerine yönelik saldırılarla dönüşü olmayan bir yola girer. Adige köyleri yerle bir edilir. Çatışmalar bütün kuzeybatı Kafkasya’yı sarar. Sonrasında Ruslar, 1862 Haziranı’nda denizden çıkartma yaparak Büyük Özgür Meclis binaları yakıp yıkar. Savaşın şiddeti gittikçe artar ve sağ kalan Adigeler, Wubıhlar ve Abazalar Osmanlı topraklarına gitmeye mecbur bırakılır.

Tabii bunlar pek çok dramatik sahne ve kahramanların diyalogları, hikayeleriyle birlikte aktarılıyor. Bu olayların bazı bölümlerinde doğrudan Rus subayların yazdıkları hatıralar ve Rus Arşiv Belgelerinin kullanılması romana belgesel havası katmış. Ele aldığı dönem, hikayeleştirme ve kurgulama teknik olarak başarılı diyebiliriz. Tabii tercümedeki bazı ifade hataları ile bilgi hatalarını görmezsek.

Örneğin kitaptaki kullanım yerlerinde “münadi” (söylenenleri tekrar eden) olarak isimlendirilmesi gereken görevlilere “tellal”(müstakilen duyuru yapan) denilmesi (sayfa:135) gibi.

Yine roman kahramanının 1861 yılı sonunda II. Abdulhamit’ten “Sultan” olarak bahsetmesi de (sayfa:177) ciddi bir anokranizm. (O tarihte Osmanlı Sultanı Abdülaziz Han’dı ve II. Abdülhamit o tarihten ancak 15 yıl sonra sultanlık tahtına çıktı.)

***

Ancak … ancak…

Asıl eleştirilerimiz bunlar değil tabiî.

Bu kalibrede ve bu yaşta(85) bir yazarın, hala Ruslardan korkuyor olması, özgüvensiz olması, şeksiz şüphesiz halkından yana tavır alamıyor olması, hala gizli gizli Rusların tarafına yontmaya çalışması, evirip çevirip sürgün suçunu kendi halkının liderlerine, din adamlarına yüklemesi ve onları roman kahramanlarının ağzından kabul edilemez şekilde aşağılaması anlaşılabilir ve kabul edilebilir bir şey değil.

Elbette onların da yanlışları olmuş olabilir ve eleştirilebilir tarafları vardır; ancak haklarında insaf sınırlarını aşan laflar etmek insanı vebal altına sokar.

Sen halkın için kalem oynatıyorsan eğer ve bir tarafta da halkının üzerine abanmış Rusya gibi zalim bir devlet varsa, kalkıp da (doğru yapmış-yanlış yapmış bir tarafa) canını ortaya koymuş, en yakınlarını şehid vermiş, iyi niyetinden şüphe edilmesi mümkün olmayacak halk önderlerinden “Ruslarla Barış yapmadılar, sonra da kaçıp gittiler, hepsi suçlu” diye bahsedemez, onları pespaye bir dille aşağılayamazsın.

Hacı Giranduk Berzeg, kendisinden yardım isteyen kadın ve çocuklara zılgıt atıp,  sonra adamlarına emir verip kovalatacak, bilahare nüfuzunu kullanarak gemiye öncelikle binip “kaçıp gidecek” biri değildir. Adamın mücadelesi ortada. Elinden geleni yapıp yenilen adam da şereflidir.

Muhammed Emin’in Adigeleri Ruslara sattığını, onlara tuzak kurduğunu söylemek ve daha bir sürü olumsuz iftirayı yakıştırmak eleştiri değil, en hafif ifadeyle vicdansızlıktır.

Sonra roman boyunca yefendi kimliğiyle öne çıkarılan birini sahtekar göstermek, milleti önce savaş için gaza getirip, yenilince dini literatürü istismarla Türkiye’ye gitmeleri için teşvik ettiğini yazmak, aynı imama yakın arkadaşını arkasından uçuruma ittirtip öldürtmek ve onun el koyduğu altınlarını alıp gittiği iskelede şehid olmuş erkek kardeşinin kız çocuğunu görüp “geleceğim” deyip yalan söyleyerek çocuğuyla birlikte sahilde ölüme bırakıp sıra beklemeden rüşvetle bindiği gemiyle Türkiye’ye “kaçmak”…  Bunlar ne kadar iğrenç ve yakışıksız ifadeler. Bundan maksat din adamlarını aşağılamak tabii.

Sormak lazım Meşbaşe İshak’a :Bu yazdıklarıyla halkımıza ne katkı sağlıyor şimdi?

Sonra romandaki Adigeleri hep dedikoducu, birbiriyle anlaşamayan, içi başka dışı başka, üç beş şablon cümleyle konuşan, sosyalitesi çökmüş zavallı tipler olarak göstermek hakikaten ne kazandırıyor?

Adigecenin kitaplaşması ve okunması dışında kazandırdığı hiçbir şey. Ama bu dil Meşbaşe İshak’a R.F. Yazarlar Birliği’nde Başkan Yardımcılığı sıfatı ve “saygınlık” kazandırıyor belli ki.

 

Meşbaşe İshak’ın bir röportajında, ülkesindeki ulusal ve insani hakların her yıl bir parçasını budayan Putin hakkında söylediği şu sözler nasıl bir sömürge aydını kafasına sahip olduğunu gösteriyor: ”Sivil toplumun oluşturulmasında ve devlet politikalarının belirlenmesindeki hizmetleri nedeniyle, gerçek bir yurtsever olan Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin’i destekliyorum. (…) Ancak yaşadığın ülkeye karşı olmak hainliktir.”

Yer darlığımız sebebiyle yazıyı uzatmıyoruz. Son söz olarak hem “Taşdeğirmen”in, hem “Sürülenler”in birbirinin aynı olan son cümlelerini alalım ki yazarın okuyucuya vermek istediği perspektif daha iyi anlaşılsın:

“Zavallı Adigeler ne kadar perişan durumdalar” dedim ihtiyarı sınamak için.

“Ona kimse karışamaz” dedi ihtiyar umursamayarak, “Allah’ın onlara takdir ettiği şey bu.”

“İyi de onlar yokluk ve kıtlık içinde ölüp gitmezler mi?”

“İstanbul pazarında bu yıl Çerkes kızları her zamankinden daha ucuz olacak” dedi ihtiyar Türk hiçbir şeyi umursamadan.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu