Diaspora HaberleriYılmaz Dönmez

Unutulmuş Ahlat Çerkesleri-1

10552435_10152592704287988_5769533155671730459_n13 Ağustos 2016 Cumartesi sabahı Çerkes Dernekleri Federasyonu Genel Başkanımız Sayın Nusret BAŞ ile birlikte Federasyonumuza bağlı Ahlat Kafkas Kültür ve Dayanışma (Ahlat KKDD) Derneğinin “SODES Ahlat Sanatla Buluşuyor” projesi kapsamında düzenlemiş olduğu 2’nci Kafkas Şölenine katılmak üzere uçakla Van’a gittik.

Hava alanına saat 07.50 civarında inmiştik. Uçaktan iner inmez Nusret Bey’in telefonu çaldı. Ahlat KKDD yönetim kurulu üyesi Mete Bey bizi karşılamaya gelmişti. Mete kardeşimiz 30 yaşlarında halk eğitim merkezinde görevli Şasığ bir kardeşimizdi. Tanışma seromonisinden sonra hemen Alhat yoluna koyulduk. Ederemit’e geldiğimizde Mete kardeşimiz Van Gölü’nün muhteşem manzarasına nazır güzel bir mekanda bize sabah kahvaltısı yaptırdı. Kahvaltıdan sonra tekrar yola devam ettik.

13879377_10206946718929629_3810909292294282907_nMete Bey doğma büyüme Ahlat’lıydı. Eşi de kendisi gibi şapsığdı. Eğitim ve iş hayatı nedeniyle bir çok yerleri gezmiş, bölgeye hakim mükemmel bir rehberdi. Yol boyunca geçtiğimiz her yer hakkında en küçük ayrıntıyı dahi atlamadan bize bilgiler veriyordu. Ben bu bölgeye ilk defa gitmiştim. Gitmeden önce bazı ön yargılarımın olduğunu itiraf etmek zorundayım. Ancak yolculuk esnasında sağımda-solumda arabanın camından gördüklerimin fazlası yok ise, bölgenin batıdan hiçbir eksiği yoktu. Yolların hepsi çift şeritli duble asvalttı, etrafta hiç yıkık, dökük, virane binalar görünmüyor, tam tersine son derece modern, bakımlı, hatta lüks sayılabilecek yapılar mevcuttu. Mete kardeşimizin doğu şivesi eşliğinde hoş sohbeti ile Bitlis’e nasıl yetiştiğimizi anlamamıştık bile. Bitlis’ten bir öğretmen hanım kardeşimizde bize katıldı. Her birlikte Tatvan’ı geçerek Ahlat Öğretmen evine geldik.

ahlatBurada gezi programımıza biraz ara verip öğrendiğim kadarı ile Ahlat hakkında biraz bilgi vermek istiyorum.

Ben Kubbet’ül İslam denen
Üç Şehirden biriyim.
Ben asırların değil,
Çağların eseriyim.
Ben halim, ben atiyim, ben maziyim.
Ben Erzen Hatun, ben Dede Maksut,
Ben Abdurrahman Gazi’yim.
Alparslanı Malazgirt’e ben yolladım,
Ertuğrul’un, Osman Bey’in
Beşiğini ben salladım.
Bende güneş başka doğar,
Benim yıldızlarım daha parlaktır.
Benim göklerim mavi,
Mehtabın aktır.
Ben sabır taşıyım.
Adım ve tarihimdir saltanatım,
Beni hala tanımadınız mı?
Ben Ahlat’ım.

Şeklinde tarif ediyor şair Ahlat’ı. Van Gölü’nün kuzey batı kıyısında hafif bir eğimle yükselen Ahlat, zengin tarihi eserleri ile tam bir açık hava müzesi görünümündedir. Van Gölü’nün şehre kazandırdığı güzellik, barınmaya müsait vadileri ve doğal güzellikleri ile tarih boyunca herkesin dikkatini çekmiş, stratejik konumu ile hep gözde olmuş, asırlar boyunca onlarca medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Ahlat; Dünyada Sadece 3 Şehre Verilen “Kubbetül İslam Ününe” sahip (Diğer şehirler Belh ve Buhara’dır.) Anadolu’nun kapısı, Türkiye’nin tapusu tarihi bir şehirdir. Özellikle 13 ve 14’ncü yüzyıllarda çok büyük bir ilim, kültür ve ticaret merkezi olmuştur. Ulu bir şehir ve durak yeri olan Ahlat, Orta Asya’dan kopup Anadolu’ya akan Türk kafileleri için bir nefelenme yeri olumştur. Bu anlamda da Anadolu Türk İslam tarihinin başlangıç noktasıdır. O doğrudan İç Anadolu’ya ve batıya geçişte bir köprü gibidir. Arta Asyadan gelen Türk boyları, Selçuklular, Osmanlı gibi bir çok döneme tanıklık ve ev sahipliği yapmış bu tarihi şehir; Kafkas-Rus savaşları sonucu anavatanlarında koparılarak sürgün ve soykırım yaşamış Kuzey Kafkaya’lıların da uğrak yeri olmuştur.

Ahlat hakkında yazılacak çok şey olmasına rağmen konuyu daha fazla dağıtmamak için gezimize kaldığı yerden devam etmekte fayda var. Ahlat öğretmen evi Van Gölüne nazır 5 yıldızlı bir otel görünümünde güzel bir bina. Önünde çam, akasya ve selvi ağaçlarının gölgesinde yemyeşil bir bir bahçesi var. Binanın konuşlandığı arazi gölden 7-8 metere daha yüksekte olup Antalya Falezlerini andırıyor. Bahçenin önünde yeni yapılmış güzel bir iskele mevcut. Burada insanlar yüzmek için göle giriyor.

13925369_10154387523784909_8961997193963473704_nÖğretmen evi girişinde Ahlat KKDD Başkanı Nuri Alpaslan bey ve beraberindeki heyet bizi karşıladı. Hep bir birlikte bahçede öğle yemeği için hazırlanmış masalara doğru geçtik. Etrafta Ahlat KKDD logusu basılı aynı tip tişörtleri giymiş kızlı erkekli gençler ile bir çok hanım efendi hummalı bir telaş içinde birazdan başlayacak olan yemek programı için koşuşturup duruyordu. İstanbul’dan geldiğimizi duyan bir çok hemşerimiz masamıza akın etmeye başladı.

Herbirisi tipik bir Çerkes vucut ve yüz yapısına sahip. İçlerinden herhangi birisi milyonlarca insan içerisinde dahi olsa dediğim gibi vucut ve yüz hattından, mimiklerinden, mağrur duruşundan, edep ve terbiyesinden bir Çerkes olduğunu hiç yanılmadan anlamanız mümkün. Çok sıcak kanlı ve içten insanlar. Konuşmaları, davranışları ve ruh halleri, vucut dilleri ile o kadar uyumlu ki bunu anlamanız hiç te zor değil. Onların arasında kendinizi çok rahat ve güvende hissediyorsunuz. Size en küçük bir jest yapmak veya bir ikaram yada bir güzellik yapmak için çırpınan insanlar. Ben birçok hemşerilerimizin olduğu yerlerde bulundum bir çok cemiyete de girdim ama buradaki yoğun duygu selini hiçbiryerde yaşamadım.

1a7 (600 x 400)_63Nusret Bey ile birlikte camiamızın bu unutulmuş Anadolu’nun en doğusunda kimlik ve kültürleri ile yaşam mücadelesi veren kardeşlerimizle koyu bir sohbete daldık. Onlarla sohbet ettikçe yol yorgunluğumuzdan eser kalmamıştı. Buraya gelmekle ne kadar isabetli bir karar aldığımızı ikimiz de çok iyi anlamıştık. Aralarında o ana kadar ana dilini bilen birisine rastlamadık. Ancak hepsi Çerkes olduğunun bilincinde ve sülale adlarını biliyor. Yakın zamana kadar yabancı evlilik yapmamışlar, son zamanlarda bu tür evliliklerin yapılmaya başlandığını söylüyorlar. Bizim geleneklerimizde akraba evliliği olmadığı için, tarihi anavatanımızdan sürgün edildikten sonra geçen bir buçuk asırlık zaman diliminde neredeyse hepsi bir biri ile akraba olan bu bir avuç Çerkes, akraba evliliği yapmamak için zamanla yabancı evlilikler yapmak zorunda kalmış. Son yıllarda yapılan yabancı evliliklerinde bu özel durumun da payı olduğu bir gerçek. Ayrıca en ücra köylerde yaşayanlar dahil bir birlerini çok iyi tanıyor, aralarında müthiş bir uyum ve koordinasyon var. Kimliklerine karşı aidiyetleri oldukça yüksek, örgütlenerek dernek kurmuşlar ve Ahlat’ta farklı bir kimlik oluşturmuşlar ve bu kimliğe tüm yerli halk saygı duyuyor. Bazı konuştuğum hemşerilerim bu noktada derneğinin kurulmuş olmasının çok büyük etkisi olduğunu söylüyorlar. Özellikle dernek kurulduktan sonra aralarındaki dayanışmanın, sevginin, saygının ve bağların daha da güçlendiğini ifade ediyorlar.

580874_2984737540643_433038388_nBen sabah uçağa yetişmek için apar topar evden fırladığım için traş olma fırsatı bulamamıştım. Program başlamadan önce tıraş olmak için rehberimiz Mete Beye beni bir berbere götürmesini rica ettim. İçinde bulunduğumuz topluluktan izin alarak Mete Bey ile birlikte şehir merkezine gittik. Şehrin ana caddesine girdiğimizde Mete Bey heyecanla, şu konfeksiyoncu, şu beyaz eşyacı, falan esnaf Çerkes diye yerlerini gösteriyordu. Dernek binasının da önünden geçtik. Ana cadde üzerinde büyük bir müstakil daireyi dernek merkezi yapmışlardı. Önündeki oldukça büyük bir tabelada dernek logosu ile birlikte “Ahlak Kafkas Kültür ve Dayanışma Derneği” yazıyordu. O tabelayı bizlerden bu kadar uzak bir diyarda gürünce içimi bir hüzün kapladı. Bu kardeşlerimiz nasıl buralara gelmişti? Nasıl bir hayat kurmuşlardı? Kim bilir ne zorluklar çekmişlerdi? Bölgenin fiziki şartlarına, yerli insanlarına, iklimine nasıl uyum sağlamışlar ve nasıl bu günlere gelebilmişlerdi? sorular ardı ardına geliyor beni derin düşüncelere sevk ediyordu. Benim zavallı halkım bu kadar nasıl dağıtıldı, neden bir arada yaşama şansımız hiç olmadı, bu bir kader miydi yoksa yaratanın bir cezası mıydı anlayamıyordum. Yapabildiğim sadece üzülmekti. Kendimi bildim bileli Çerkes toplumu içerisindeyim. Elimden geldiği kadarı ile kimliğimizin, ana dilimizin ve kültürümüzün yaşaması, yaşatılması için çırpınıp duruyorum. Bir kaç sivil toplum örgütümüzde de yöneticilik yapıyorum. Ancak tüm yaptıklarımın ve çabalarımın yetersiz ve eksik olduğunu bu kadirşinas insanları tanıyınca üzülerek anladım. Maalesef bizim daha ulaşamadığımız, kaderlerine terk ettiğimiz, unutulmuş bir çok Çerkes kardeşimizin olduğunu görmek ve onlar için bugüne kadar gerek şahıs, gerekse sivil toplum örgütü olarak bir şeyler yapamamış olmak beni yaralıyordu. İçimde fırtınalar koparan bu düşüncelerden berberin “Ağabey ikinci perdeyi tersten alayım mı?” sorusuyla sıyrıldım. Düşüncelerimden kurtulduğumda berber dükkanında ardı ardına Orhan Gencebay’ın şarkılarının çalındığını fark ettim. Bu şarkılar bana 1980’li yıllarda Erbaa’daki düğün zexeslerimizi (kızlı erkekli toplantılar) hatırlattı. Duman altı olmuş odalarda düğmeli teyiplerden nasıl da büyük bir zevkle bu şarkıları dinlerdik. Ahlat’taki bir berber dükkanında o günler bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti gitti. Anılar böyle hiç umulmadık bir yerde canlanıveriyor. Adigelerin “Šıfır jı ḣu kes blećığem ĺeabe” (İnsan yaşlandıkça sürekli geçmişine el uzatır.) dediği gibi bizde yaşlanıyoruz artık.

13906898_10154385591769909_1457571764640966580_nTraş olduktan sonra öğretmen evi çok yakın olduğu için etrafa göz atarak yayan gitmeyi tercih ettim. Öğretmen evinin bahçesine geldiğimde kalabalığın dahada çoğaldığını gördüm. Camiamızın emektar isimlerinden araştırmacı, yazar ve aynı zamanda akademisyen (Van Üniversitesi) Selçuk Balkar kardeşimizle karşılaştım. Selçuk Bey bölgede oldukça tanınan ve sevilen birisi. Benim bildiğim anavatanda, Nalçik Üniversitesinde doktora yapıyordu. Ancak 15 Temmuz’da gerçekleşen darbe girişiminden sonra üniversiteden geri çağrılmış. Rusya darbe girişimi nedeniyle Türkiye uçak seferlerini iptal ettiği için, 100 saatlik zahmetli bir kara yolculuğu sonucu Van’a zor ulaşabilmiş. Tanıdık birisini görmek beni oldukça memnun etmişti. Ayak üstü sohbetten sonra birlikte masalarda oturan topluluğa bizde karıştık. Nusret Bey’in geldiğini duyan Bitlis Valisi Ahmet Çınar bey eşiyle birlikte gelmiş Ahlat’lı hemşerilerimiz ile birlikte sohbet ediyorlardı. Yanlarında da Ahlat Kaymakamı Bülent Tekbıyıkoğlu ve Belediye Başkan Vekili Güven Gültay vardı. Bitlis Valisi Ahmet Çınar beyefendi Nusret Bey’in 25-30 yıllık aile dostu idi. Ahmet Bey’de Kafkasyalı (Avar) bir hemşerimizdi. Başarılı bir bürokrat olmasının yanı sıra aynı zamanda önemli bir yazar. Bu güne kadar “Herşeyi Anlatmadım” ve “Surhay” adlı iki kitabı yayınlandı. Yeni bir kitabı da bitirdiğini, yakında yayınlanacağını söyledi. Konuyu dağıtmamak için Bitlis Valisi ve Ahlat Kaymakamı hakkındaki bilgileri ve edindiğim izlenimleri ikinci bölüme bırakıyorum. Şimdilik her ikisininde bölge halkının gönlünde taht kurmuş çok başarılı, donanımlı ve civanmert bürokratlar olduğunu söyleyebilirim. Protokol masasında sohbetimiz devam ederken bir saat önce tanıştığım dernek yönetim kurulu üyesi Muammer Doğan bey bölgede Çerkesçeyi en iyi bilen bir ihtiyarın geldiğini söyleyerek Selçuk beyle birlikte bizi tanıştırmak için yanına götürdü.

İhtiyar amcamızla tanışıp kucaklaştık. Bütün konuşmalarımız anadilimizle idi. Yaşlı amcanın çok akıcı bir Adiǵabzesi (Çerkesçesi) vardı. Sabah bölge insanı hakkında aldığım bilgilerden sonra burada anadilimizi bu kadar güzel konuşan birisine ratlayacağımı ummuyordum doğrusu. İsmi Yaşar Bilgiç’ti. Şapsığlarım Thawko sülalesine mensup Bılıpeko’lerin oğluydu. 1929 doğumlu (87 yaşında) olmasına rağmen oldukça dinç, iri yarı bir adamdı. Uzun ve gür ak sakallı, sevimli bir ihtiyardı. Hafızası ve vucut sağlığı yaşına göre çok iyi görünüyordu. 87 yıllık yaşamı boyunca kim bilir neler görmüş, neler yaşamıştı. Ben ardı ardına meraklı sorularımı sıralıyor, o da hiç sıkılmadan anlatıyordu. Anlattıklarından bu mübarek itiyarın yaşayan bir kütüphane olduğunu anlamış, kemeramı yanımda getirmediğim için çok pişman olmuştum. Çünkü bu yaşta bu kadar bilgi ve birikime sahip insanlara her zaman rastlamak mümkün değildi.

Yaşlı çınarın anlattıkları….

14064168_10210138669846291_1499792495176273040_nBölgedeki Şhapsığlar 1862 yılının Şubat ayında Ahlat’a gelmişlerdi. Şhapsığlar anavatanımızda olduğu gibi yerleşim yeri olarak yine su kenarını tercih etmişlerdi. Aynı anavatandaki yaşantılarında önlerinde Karadeniz, Arkalarında Kafkas sıra dağlarının olduğu gibi, burada da arkalarında Süphan, yanlarında Nemrut Dağı ve önlerinde Van Gölü vardı. Öce gemi ile Trabzona gelmişlerdi. Aylarca süren uzun ve zahmetli bir kara yolculuğundan sonra ilk önce Van Şıhkara Köyü’ne yerleşmişler. Buranın fiziki şartlarını kendilerine uygun bulmayınca keşif için Van Gölü’nün karşı yakasına 9 kişilik bir heyet göndermişler. Görevli heyet Ahlat civarına gelince yukarıda belirttiğim sebeplerden dolayı burayı beğenmişler ve kendilerine yurt edinmeye karar vermişler. Mevsim kara kışın ortası olduğu için kar (tipi) bütün dereleri doldurduğundan bölgeyi yayla sanmışlar. Ancak karlar eriyince dereleri fark etmişler.

Ahlat’a Bağlı Köyler:

Yoğurtyemez (Şhapsığ/Karışık),
Çukurtarla (Şhapsığ/Karışık),
Develik (Şhapsığ/Karışık)
Otluyazı (Oset/En Büyük Köy)
Akçaveren (Oset)

Adilcevaz’a bağlı Köyler:

Yolçatı (Şhapsığ)

Bulanık’a bağlı Köyler:

Sima (Oset)
Hamzaşık (Oset)
Karakıl (Oset) gibi bir çok köy mevcutmuş.

Malazgirt’e bağlı Köyler:

Yaramış (Oset)

Köyler genellikle terk edilmiş ve Kürtlerle karışık durumda. Sadece Yolçatı Köyü karışık değil. Hepsi Şhapsığ. Köyde yazın yaklaşık 40, kışın 5-6 hane yaşıyor.

Yaşlı çınar bastonuna yaslanıp anlatmaya devam ediyor….

“Atatürk zamanı iyiydi amma onunda itikatı kıttı. İnönü zamanı çok berbattı. Bir aileye aylık 3 kutu kibrit istihkak verilirdi. Çay, şeker, gaz her şey vesika ile alınırdı.”

Devam ediyor Borej’in hikayesine…

Ahlat’a ilk geldikleri yıllarda Borej ramazandan önceki gün Cuma namazında ramazan ayı boyunca (bir ay) Müslümanların oruç tutacaklarını hutbeden dinliyor. Ramazanın ilk günü sahura kalkıp oruç tutmaya niyet ediyor. Sabah kalkıp mısır tarlasına gidiyor. Borej’den üç gündür kimse haber alamıyor. Mısır tarlasına gidip bakıyorlar ki Borej tarlada baygın bir şekilde yatıyor. Köye getirip zar zor ayıktırıyorlar. Borej’e ne olduğunu soruyorlar. Borej “Üç gündür oruç tutuyorum, bünyem açlığa ve susuzluğa dayanamadı bayıldım herhalde.” diyor. Ahali “Yahu akşam gün batınca orucunu bozacaktın.” diyorlar. Borej “Valaha ben ne bileyim camide imam bir ay dedi. Bu oruç sabahtan akşama kadar sa eğer ben bir yıl boyunca tutarım demiş.”

Sohbet kızışıyor, amcanın anlattıklarının arkası kesilmiyor…

Birinci Dünya Savaşı zamanı (1913-1914 yılları olmalı) Rusların kışkırttığı, Akdamar Adası’na konuşlanmış Ermeni çeteleri Çerkes köylerini basıp yağmalamaya başlamış. Bu duruma seyirci kalmaları mümkün değil tabi ki. 40 kişilik bir Çerkes grubu gece sandalla adaya çıkmış hiç ateşli silah kullanmadan Ermeni çetelerini kamadan geçirip geri gelmişler.

13124438_10206407716254899_2954126837467657300_nYine 1914 Yılında Rus’lar bölgeyi işgal etmişler. Yoğurtyemez Köyünde Ruslar bir günde 45 Şhapsığı katletmişler. Rusların bölgeyi işgal etmeleri sonucu bölge köyleri Kahramanmaraş’taki kardeşlerinin yanına göç etmişler. Bu göç altı ayda tamamlanabilmiş. Yaklaşık 4-5 yıl sonra gidenlerin % 80’i tekrar köylerine geri dönebilmişler. Bu göç sonrası Maraş’tan evlilikler yapanlar olmuş, akraba olmuşlar. Muhterem amcamız “Annem Maraş’a giderken çobana emaneten 150 koyun ve 80 kuzu teslim etmişti, dönünce sadece 1 koyun geri verdi.” diyor. Bu yıl Ahlat Derneğinin Kahramanmaraş’taki Çerkeslere bir gezi düzenlediğini sosyal medyadan biliyordum. Ben bu ziyaretin en yakın yerdeki Çerkesler Maraş’ta olduğu için düzenlendiğini zannetmiştim. Burada öğrendim ki, bu ziyaretin tarihi bir gerekçesi var. Bu ziyaret, bir ahde vefa ziyaretiymiş. Dernek Başkanı Nuri Bey yeni kuşaklara bu tarihi olayı unutturmamak için bu anlamlı ziyarete ön ayak olmuş.

Thawuko Yaşar amca “Ben Türkçe bilmezdim. Türkçeyi sonradam öğrendim.” diyor ve devam ediyor anlatmaya…

“Rahmetli ablam tavuklarla bile Çerkesçe konuşurdu. Bir gün benim oğlan, o zaman daha çok ufak. Yine ablam tavuklarla böyle konuşurken “Hala tavuk ne anlar Çerkesçeden.” demiş. Ablam da “Ah yavraum tavuk anlamaz anlamasına da ben sen anlayasın, anadilini öğrenesin diye konuşuyorum.” demiş.

Yaşlı amcamızın anlatacağı daha çok şey vardı. Ama yemek programı başlamıştı. İstemiyerekte olsa sohbeti bitirmek zorunda kaldık. Bir gün Thawuko Yaşar amcamızı özel olarak ziyarete gitmeyi ve anlattıklarını kayıt altına almayı çok arzu ederim. Eminim ki bu bilge ihtiyarın tarihimiz açısından anlatacakları çok şey olacak.

Okuyucularımızın bu tür uzun yazıları okumakta sıkıldığını bilen birisi olarak şimdilik yazı dizime son veriyorum. Camiamıza göre doğunun en uzak bölgesinde yaşayan, bu güne kadar ihmal ettiğimiz ve unuttuğumuz Ahlat’lı Çerkes kardeşlerimizin yazısına ikinci bölümde devam edeceğim.

Sevgi ve Saygılarımla…

Yılmaz DÖNMEZ
15.08.2016 İstanbul

 

5 Yorum

  1. Yılmaz bey sizlerin buralara kadar gelişiniz bizleri ziyadesiyle memnun etti varlığınız bizlere güç vermiştir. bu güzel mısralar içinde çok teşekürler iyiki varsınız.

  2. Bende Yoğurtyemez köyünde doğdum.50 yıldır Mersinde yaşıyorum. Şapsığız sülalemiz nathko 1862’de Ahlat’a gelen çerkeslerin Kafkasya’nın hangi bölgede olduğunu öĞrenmek istiyorum.Cevaplarsanız sevinirim.AHMET GÜLGEÇ

  3. Gaziantep nurdağında çerkes köyleri var . Onlarda Van’dan buraya göçmüşler Maraş’ta akrabalıkları var hatta köyün eski adı ayran içmez yoğurt yemez köyü derler şimdiki adı çakmak köyü Şapsığlar daha çok hatta Van’da topraklarını satmaya gider birisi sonra bir arkadaşı Kürt bir arkadaşı çerkes ikisi de isteyince satmaz ikisinede satmıyorum yarısını sen kullan diğer yarısını da sen kullan der arada kırgınlık olmasın diye .

  4. Anneannem Otluyazı Çerkezler’inden dedem ise tepe köyü (Muş-varto) Çeçenler’inden. Büyüklerin çoğu rahmetli olduğu için ve oraları çoktan terkettikleri için de tarihimizi soyağacından da yararlanarak, sizlerin yazılarından faydalanarak araştırıp öğreniyorum bir gün ailem ile ziyaret edip görmek istiyorum oraları. Çok teşekkür ederim sizlere. Sevgiler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu