Murat Özden

‘Çerkes Meselesi’nde Solcular mı, Yoksa Müslümanlar mı Daha Günahkar?

Murat-Ozden-
HABRACU MURAT ÖZDEN

İslam inancında, mezara girip Münker ve Nekir Melekleri sorguya çekinceye kadar bir hesap verme, soru cevaplama ve itiraf etme geleneği yoktur. Tövbe etme vardır. Ama bu da dinen daha yetkili birinin “dinden çıkarsın, derhal tövbe et” uyarısı üzerine yapılır. Ama bunun da dini bir ritüeli yoktur.

Hristiyanlıktaki “günah çıkarma” ritüeli, toplumsal rahatlama ve gelişme sağlayan çok önemli bir mekanizmadır. Bir paravan arkasındaki din adamına işlemiş olduğu günahı sesli olarak itiraf edip Allah’tan af dileyen ve bunun kefaretini ödeyen bir kişi hem ruhen kendini iyileştirmekte, hem de o günahı kefaret ödediği için bir daha işlememektedir.

Günah çıkarma ritüelinden yola çıkan Fredrik Engels de toplumsal eleştiri ve özeleştiri mekanizmalarını geliştirmiştir. Sol kesimlerde bugün uygulanmakta olan eleştiri ve özeleştiri mekanizması Hristiyanlığın günah çıkarma ritüeline dayanmaktadır.

Yine, Sigmund Freud’un kurucusu olduğu psikanaliz yönteminin dayandığı yer de günah çıkarma ritüelidir. Hasta kişilerle yapılan uzun konuşma seanslarında kişilerin korkularının itirafları sağlanarak iyileşmesi gerçekleştirilir.

Baskı rejimlerinden sonra ve çatışmalı bölgelerde oluşturulmuş hakikat ve uzlaşma komisyonları da bir çeşit toplumsal günah çıkarma işlevi görüyordu. Irkçı apartheid rejiminden sonra Güney Afrika’da oluşturulmuş “hakikat ve uzlaşma komisyonu” siyahlara karşı suç işlemiş tüm beyazların ve rejim işbirlikçilerinin suçlarını itiraf etmeleri sonucu affedilmelerini sağlamıştır.

Özeleştiri  yapabilmek, hatalı yanlarını görebilmek, hem kişileri, hem toplumları ileriye götürür. Ancak İslami geleneğe bağlı toplumlarda özeleştiri yapabilme, hatalarını kabullenme geleneği yoktur. Bu yüzden Türkiye solu da, içinde bulunduğu toplumdan etkilendiği için özeleştiri yapamaz. Onun için yenilgilerinin nedenlerini bir türlü doğru biçimde cevaplayamaz.

Bu coğrafyada yaşayan Çerkeslerin de ekmek kadar, su kadar, hava kadar toplumsal eleştiriye ihtiyacı var. Oynaya oynaya yok olurken; “asaletin, nezaketin, kahramanlığın timsaliyiz” diye övünebilmek sağlıklı bir yapının davranış biçimi olabilir mi?

Her şeyini kaybetmiş bir halk, nasıl asaletten bahsedebilir utanmadan. Kaybettiği dilini, kültürünü, kimliğini, vatanını geri kazanmak için olağanüstü bir kahramanlık göstermiş de Çerkes halkı bizim haberimiz mi yok?

Öğünmeyi hak edecek ne yapmış Çerkes halkı?

Bunları hatırlattığımız için, toplumsal eleştiri yaptığımız için bizi kurumlarımıza ve halkımıza hakaret etmekle suçlayanlar maalesef toplumsal travma yaşayan zavallılardır.

Gerçekler acıdır.

Dolayısıyla insanın canını da acıtır.

Ve bu durum böyle devam ettiği  sürece biz halkımızın canını acıtmaya devam edeceğiz. Çünkü acıyı hissedebilmek, toplumsal travmadan çıkabilmenin ilk adımıdır.

***

Şimdi yazımızın başındaki provokatif soruyu bir kez daha soralım:

 

“Çerkes meselesinde solcular mı, yoksa Müslümanlar mı daha günahkar?”

Bu soruyu cevaplayabilmemiz için bir gözlem ve sonra da bir analiz yaparak sonuca ulaşmamız gerekiyor.

Türkiye’de bulunan Çerkes kurumlarının % 90’ı kendini sol ve dönüşçü (dönüşçüler de kendini solda konumluyor) olarak tanımlayan kesimlerin yönetimindedir. Oysa Çerkes halkının % 60’ın üzerindeki bir kesimi sağ partilere oy vermektedir. Çerkes örgütlülüğü Çerkes nüfusunun ancak binde beşini kapsayabilmektedir. Geriye  kalan milyonlarca kişi örgütsüz bir biçimde asimilasyonun ve yok oluşun girdabında kaybolmaktadır.

Peki bu durumun sorumlusu kimdir?

Kim bu meselede daha günahkar olan?

İğneyi de, çuvaldızı da her iki tarafa da batırarak, yaraları kanatarak meseleyi anlamaya ve anlatmaya çalışacağız.

“En kötü örgütlülük bile örgütsüzlükten iyidir” mantığıyla hareket eden sol ve dönüşçü kesimler beğensek de beğenmesek de örgütlülüklerimizi ayakta tutmaktadır. Dindar ve muhafazakar kesimler “orada komünistler, bölücüler var” diyerek kendileri kurumlarımıza gitmedikleri gibi, başkalarının da gitmesini engellemektedir. Solcular da dindar kesimlerin kurumlara gelmesinden rahatsız olmakta, onların gelişini engellemeye çalışmakta ve asimilasyonun kucağına itmektedir.

Ve günah karşılıklı işlenmektedir.

Türkiye’de demokrasi hiç bir zaman anlaşılamamıştır. Resmi devlet söylemi herkesi Türk-İslam-Sünni olmaya mecbur etmektedir(İslam ve Sünni kısmı da devletin müsaade ettiği kadardır.) Farklı kimliğiniz ve düşünceniz varsa yandınız demektir. Çerkes, Kürt, Laz, Pomak, Ermeni, Rum, Alevi, Solcu ya da dindar iseniz, düzen içinde yer bulmanız mümkün değildir.

1961 Anayasası bir darbe Anayasası olmasına rağmen Türkiye’nin bugüne kadar gördüğü en ilerici anayasadır. T.C. tarihinde sistem dışında kalan kesimler bu Anayasa sayesinde ilk defa örgütlenme ve sesini duyurma imkanı bulmuşlardır. Sol ve sosyalist kesimler çoğulculuğu savunurken; AP, CHP, MHP ve MSP tekçiliği ve çoğunlukçuluğu savundular.

Özellikle sol ve sosyalist kesimlerin halklara özgürlük, halkların kardeşliği, ezilen ulus milliyetçiliği ilericidir söylemleri kendini farklı gören kesimlerle birlikte Çerkeslerin de okumuş kesimlerinin bu cephede yer almasına neden olmuştur.

1970’li ve 80’li yıllarda üniversite öğrencisi olan kesimler ve onların takipçileri şu anda kurumlarımızda yöneticidirler. 1960’lı yıllarda siyasi hayatımızda olan CHP AP MHP ve MSP, İttihat ve Terakki Partisi’nin değişik versiyonları idiler. Tekçi ve çoğunlukçu anlayışların pekişmesi için çaba göstererek ülkenin gerçek demokrasiye ulaşmasının önündeki en büyük engel oldular.

Burada MSP ve İslami kesime ayrı bir parantez açmak istiyorum. Erbakan çevresinde örgütlenen İslami kesimler Türkiye’nin sorunlarını “İslam kardeşliği”nin çözeceğini söylüyorlardı. Ancak bu söylemin içini doldurup, açılımını hiç bir zaman yapmadılar. Dolayısıyla bu söylemleri içi boş bir mugalatadan ileriye gitmemiştir.

Oysa İslam dininin kitabı olan Kuran-ı Kerim’in Hucurat Suresi’nin 13. Ayetinde, “Ey insanlar, biz sizi bir erkekle dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstününüz, ondan en çok korkanınızdır. Şüphesiz ki Allah bilendir, her şeyden haberdar olandır.” buyurmuştur.

Herşeyi bilen ve haberdar olan Allah isteseydi herkesi Arap ya da Türk yaratabilirdi. Ama Allah bizi Çerkes, başkasını Kürt, bir başkasını Laz, bir başkasını Pomak diye yaratmış. Bir takım ırkçılar Allah’ın yarattığı değişik milletleri yok ederken, kendine Müslümanım diyenler onları seyrediyor. Seyretmek şöyle dursun, ırkçılarla birlikte mazlumlara saldırıyor.

Türkiye’de Türk ırkçılarıyla birlikte hareket ederek Çerkes, Kürt, Laz, Pomak, Boşnak, Çingene, Ermeni gibi kesimleri asimile edip yok etme anlayışında olanları ben Müslüman olarak görmüyorum. Müslüman, Müslüman kardeşinin diline, kültürüne, geleneğine, kimliğine saygı duymak zorundadır. Çünkü Allah Kitab’ında bunu emrediyor.

Şimdi ben buradan Kafkas Vakfı’na soruyorum(Kafkas Vakfı İslami kesimi temsil eden bir kurum olduğu için örnek olarak alınmıştır): Bugüne kadar temasta olduğunuz İslami siyasi partilere, vakıflara, cemaatlere yok olmakta olan Çerkeslerin ve diğer etnik gruplarının dillerinin ve kültürlerinin yok olmaması için ne yapmayı düşünüyorsunuz diye neden sormadınız?

Haksızlık karşısında susanlara ne dendiğini bilmiyor musunuz?

ÇHİ olarak bizler Çerkeslerin Hakları için mitingler yaparken, hükümetle ve siyasi partilerle görüşürken ” şimdi bunlar başımıza iş açacak” diye neden seyrettiniz?

Hak ve adalet arayan insanlara ” bizi de bölücülerle aynı kefeye koydurtacaksınız” diye neden saldırdınız?

Soruları uzatmak mümkün…

Ama yapmaya çalıştığımız herkesin kendi vicdan muhasebesini yaparak korkularından arınıp varoluş mücadelemize katkı sunmasına yardımcı olmaktır.

Herkesin özeleştiri yaparak, ya da tövbesini ederek arınmış bir biçimde mutlu bir bayram geçirmesini temenni ediyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu