Murat Özden

‘Çerkes Milliyetçiliği’ Çizgisi Neden Yok?

Murat-Ozden-
HABRACU MURAT ÖZDEN

Çerkesler’in bugüne kadar ürettikleri mücadele çizgisi olarak üç akımdan bahsedilir: Dönüşçülük, bağımsız Kafkasyacılık, demokratik mücadele vermeyi savunanlar… Hepsinin iyi kötü yayın organları ve kitleleri olmuştur.

Peki bugüne kadar Çerkes milliyetçiliği çizgisi diye bir mücadele çizgisi neden oluşmamıştır?

Oysa ulusal davalar, milliyetçi kadrolar ve onların etrafında kümelenmiş diğer grup ve fraksiyonlar tarafından sürüklenir.

“Türkçülük = Türk milliyetçiliği

Kürtçülük = Kürt milliyetçiliği

Arapçılık = Arap milliyetçiliği ”

gibi kavramları duydunuz da,

“Çerkesçilik = Çerkes milliyetçiliği”

kavramını neden formüle edilmiş bir akım olarak duymadınız?

Bu yazımızda, bu konu üzerine kafa yormak, bir tartışma yaratmak istiyorum. Tüm okuyucularımın ve bu konuda yazan çizen kalem erbabının konuya katkı sunmasını bekliyorum.

Ancak bunun nedeninin, geçen yazımda belirttiğim “gönüllü kölelik” fikrini benimsemiş olan Çerkeslerin, efendilerinin düşünce kalıplarına uygun hareket etmelerinde yattığını düşünüyorum.

***

Milliyetçilik fikri 1789 Fransız Burjuva Devriminden sonra ortaya çıkmıştır. Pazarın bütünlüğünü sağlamak için dil birliği, toprak birliği ve ulusal birliğin sağlanarak tek pazar elde etme ihtiyacından doğmuştur milliyetçilik fikri.

Milliyetçilik fikrinin ortaya çıkması ile birlikte ulus devletler ortaya çıkmış, imparatorluklar parça parça dağılmıştır. 500 yıl ayakta kalmış Osmanlı da, Fransız devriminden etkilenmiş olan Avrupa ve Balkanlar’da yaşayan halklar da gelişen milliyetçilik fikirleri sonucu yüz yıl içerisinde dağılmıştır.

1800’lü yıllarda içine kapanık bir biçimde yaşayan Çerkeslerin bir merkezde toplanarak bir pazar yaratıp kent oluşturamayışları, devletleşmelerinin önündeki en büyük engeldi. Kendi kendine yeten köy ve kabile toplulukları artı değer yaratıp kapitalizme ulaşamamışlardır. Pazar oluşturma derdi olmayan Çerkeslerin de uluslaşması mümkün olmamıştır.

Uluslaşma sürecini tamamlayamadan büyük bir soykırım ve sürgüne uğrayan Çerkesler derin bir travma yaşadılar. 93 harbinde bir ulusal refleks göstererek büyük bir coşku ile Osmanlı Rus savaşına iştirak ettiler. Osmanlının yenilmesi üzerine 1878 yılında imzalanan Berlin anlaşmasında imzalanan ek bir madde ile Balkanlara yerleştirilmiş olan Çerkeslerin tamamı Anadolu ve Ortadoğu’ya, Rusların isteği üzerine, ikinci bir sürgün daha yaşadılar.

Yaşanan bu travmalar, adeta suyun içine girdiği kabın şeklini alması gibi Çerkesleri de içine girdiği toplumun şekline ve düşünce kalıplarına soktu. Meşhur Çerkesler listesinde yer alan Osmanlı subayı kıyafetini giymiş Çerkesler de, Osmanlı’dan fazla Osmanlı’cı, Türk’ten fazla Türk’çü olarak yeni efendilerinin gönüllü köleleri olmuşlardı.

1873 yılında Manyas’ta doğmuş bir Ubıx olan Kuşçubaşı Eşref’in, 1880 yılında İstanbul’da doğmuş bir Abaza olan Rauf Orbay’ın, 1884 yılında Gönen’de doğmuş bir Abzax olan Ömer Seyfettin’in, 1885 yılında Bandırma’da doğmuş bir Şapsığ olan Çerkes Ethem’in; hepsinin siyasi kimliğinde Türkçü yazıyordu. Siz ne ara Türkçü oldunuz? Hepsi Osmanlı ordusunda subay olan bu zevatın doğum tarihleri büyük sürgünden sonra 9 yıl ile 20 yıl arasında değişmektedir.

Büyük sürgünden 44 yıl sonra 1908 yıılında kurulmuş olan Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti de Osmanlı Genelkurmay Karargahı gibiydi. Çerkes Teavün Cemiyeti yönetimi ve üyeleri de Osmanlı Paşası kaynıyordu. Osmanlıya bağlılık yemini etmiş olan Çerkes Teavün Cemiyeti bir Çerkes milliyetçiliği fikri geliştirmek yerine, efendilerini üzmemek için olsa gerek, bu konuda susmuştu. Tam tersine Balkanlar’da Bulgar, Sırp, Hırvat milliyetçilerine karşı savaşmıştı. İttihat ve Terakki partisi Türkçü ve Turancı bir çizgiye evrildikten sonra ordu içerisindeki bir çok Çerkes subay da Türkçülüğe evrilmişti. İttihak Terakki ile ters düşmemek ve ortak politikalar geliştirmek adına Çerkes söyleminden “Şimal-i Kafkas” söylemine doğru bir geçiş olmuştu.

Osmanlı dönemi Çerkes milliyetçililiği fikriyatının geliştirilebilmesi için en uygun iklimi taşıyan dönemdi. Çerkes Teavün Cemiyeti çok önemli hizmetler yapmış olmasına rağmen kendilerine giydirilmiş Osmanlı subay esvaplarının esiri olmuş ve ana akım bir Çerkes milliyetçiliği damarı yaratamamıştı.

Osmanlı döneminden günümüze Çerkes milliyetçisi bir damar miras olarak kalabilseydi Çerkes davası bugün çok farklı bir boyut kazanabilirdi.

***

Osmanlının yıkılmasıyla yerine koyulan Türkiye Cumhuriyeti tam bir Türk ırkçısı diktatörlük oldu. İttihat Terakkinin yürürlüğe koyduğu “Anadolu’nun Hristiyan unsurlardan arındırılması, Türk olmayan Müslüman unsurlarının Türkleştirilmesi” politikası tüm hızıyla Cumhuriyet döneminde de devam etti. Bugün ülkemizde akmakta olan kanın yegane sorumlusu İttihat Terakki Partisi’nin Türkiye’ye dayattığı zorla herkesi Türkleştirme politikalarıdır.

Yeni kurulan cumhuriyet, politikası gereği Türk olmayanları Türkleştirme savaşına girişti. İlk olarak Çerkesler’e daldı. Daha ülkenin şeklinin Cumhuriyet olduğu ilan edilmeden 1923’ün Mayıs ve Haziran aylarında Gönen ve Manyas Çerkesleri sürgünü başlatıldı. 150’likler listesinin yarıdan fazlası Çerkeslerden oluşturulup hepsi sürgün edildi. Çerkes Ethem, hain ilan edilerek tüm Çerkesler hain kategorisine sokuldu ve aşağılandı.

1924 yılında Lozan anlaşmasına ilave edilen mübadele şartı gereği bir 1.200.000 Rum ve Hristiyan, Yunanistana gönderilirken, 400.000 Müslüman unsur Yunanistan’dan Türkiye’ye getirildi. 1924 yılında Şeyh Sait isyanı ile başlayan tam 25 Kürt İsyanı güçle bastırıldı.

Yine Cumhuriyet’in ilk yıllarında çıkarılmış olan soyadı kanunu, kılık kıyafet kanunu, “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyaları, Türk’ten başka etnik kimliklerin yok edilmesini amaçlıyordu. Türk etnik kimliği yüceltilirken, diğerlerini aşağılayan söylemler geliştiriliyordu.

Bu koşullar altında, değil Çerkes milliyetçisi bir söylem geliştirmek, insanlar fiziki varlıklarını sürdürebilmek için kimliklerinden vazgeçiyorlardı.

1951 ve 1952 yıllarında kurulmuş olan iki Kafkas Derneği de tamamen devletin kontrolünde, Rusya ve komünizm’e açılmış ideolojik savaşta efendilerine hizmet edecek söylemler dışında hiç bir şey söylememişti. Komünizme ve Rusya’ya küfredilirken, kendilerine ” kültürel soykırım” uygulayan Türkiye’ye tek bir laf edilememiştir.

1970’li yıllarda ortaya çıkmış olan, Dönüşçü, Bağımsız Kafkasyacı ve Demokratik Mücadeleyi savunan çizgiler de “gönüllü kölelik” düşüncesinin mümtaz birer örneğidirler.

Dönüşçüler, başlangıçta muhafazakar ve milliyetçi bir çizgide dururken, kendilerine kıble olarak seçtikleri dönecekleri yer olan anavatanın bulunduğu Rusya’nın söylemlerine uygun bir renge dönüştüler.  “Nasyonalist=Milliyetçi” olarak damgalanmak Rusya’da en büyük suçlardan biriydi. Dolayısıyla dönüşçüler de Çerkes Milliyetçiliği söylemini ağızlarına almadılar. Kendilerine efendi olarak seçtikleri Rusya’nın suçlarını örtmek gibi bir misyonu kendilerine en uygun düşünce tarzı olarak gördüler.

1950’li yıllarda Amerika’nın Rusya’ya ve komünizme karşı açtığı ideolojik savaşın bir parçası haline getirilmiş olan Bağımsız Kafkasyacılık fikri de kendilerine efendi olarak gördükleri Türkiye’nin politikalarına ters düşmemek için Çerkes milliyetçiliği söylemini ağzına hiç bir zaman almadı.

Kendilerini sol, sosyalist ve devrimci olarak niteleyen Çerkesler de, Çerkes milliyetçiliği konusunda tam bir sefalet örneği sergilemişlerdir. Sosyalizm’de “ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı” , “ezilen ulus milliyetçiliği ilericidir” kavramları olmasına rağmen onlar da efendi olarak gördükleri Türk soluna ve Rusya’ya ters düşmemek adına Çerkes milliyetçiliği kavramını ağızlarına almadılar.

Müslüman Çerkes, Sosyalist Çerkes, Devrimci Çerkes, Dönüşçü Çerkes, Bağımsız Kafkasyacı Çerkes, Çerkesya Yurtseveri gibi kavramların hiç birinin öznesi Çerkesçilik ve Çerkes milliyetçiliği değildir. Dolayısıyla bu kavramların hiçbirisinin Çerkes kimliğini inşa etmede bir rollerinin olması mümkün olmayacaktır.

Çerkes kimliği kavramının ve özgürlüğünün temelini oluşturacak Türkiye’de kültürel soykırıma karşı çıkacak, Rusya’da soykırıma karşı çıkacak, Türkiye’yi ve Rusya’yı demokratikleştirecek, Çerkes milliyetçiliği kavramını efendilerden azade olarak tartışmamızın zamanı gelmedi mi?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu