Erol Karayel

11 MAYIS 1918’den Kalanlar

EROL KARAYEL

11 Mayıs 2016 tarihinde, Çerkes Dernekleri Federasyonu’nca düzenlenen “Özgürlüğe giden yol” başlıklı panelde, konuşmama esas aldığım metni aşağıda sunuyorum.

“Değerli misafirler,

Öncelikle hepinize hoş geldiniz diyor; sözlerime, Kuzey Kafkasya Dağlı Halklar Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 98. yılında, bu cumhuriyetin kurulmasına emek ve can veren şanlı ecdadımızı rahmet ve minnetle anarak başlıyorum.

Allaha şükür ki aradan bir asır geçmiş olsa da, böyle kutlu bir mücadelenin mirasına sahip çıkacak insanlarımız var. Bu da, halklarımızı tarih dışına atmak isteyenlerin çalışmalarının nasıl boşa çıktığını gösteriyor.

İlk sorumuz şu olsun: Bugün burada tarihten silinmiş bir Cumhuriyeti gündem mevzuu ederek ne yapmaya çalışıyoruz?

İdealleri ve iddiaları olan insanlar olarak elbette ki tarihten ders çıkartmaya, gelecek vizyonumuzu geliştirmeye çalışıyoruz.

Tarih sadece geçmişin hikayesi, bir takım vakaların kağıt üzerine yazılmış koleksiyonu değildir. Eğer geçmişin olaylarına bu gözle bakarsak, Erdem Bayazıt’ın bir şiirine verdiği isim gibi tarih bir “ölüler risalesine” döner.

İbn Haldun ne yapılması gerektiğini şöyle ifade ediyor: “Manasına nüfuz edilmediği, tarihi hadiselerin sebepleri anlaşılmadan kaldığı takdirde, tarih hususunda alim ile cahil eşittir.”

Tarih, “Geçmişinden ders almayanın geleceği olmaz” fehvasınca, gelecek kurgumuzu oluşturmada ihmal edemeyeceğimiz en önemli ayaklardan biridir.

Bu perspektiften baktığımızda, tarihe alabildiğine pragmatik yani faydacı yaklaşmak durumundayız. Bununla demek istediğimiz şu: Tarihi belge ve bilgiler, tahrif edilmemek koşuluyla farklı dizilimlere tabi tutulabilir. Farklı paradigmalara sahip tarihçiler aynı olaylardan farklı sonuçlar çıkartabilir. Bu durumda bu çıkarımlardan biri diğerini illa ki yanlışlamaz, alternatif bir bakış oluşturur.

Peki biz nasıl bir tarih kurgusuna itibar etmeliyiz?

Öncelikle kitleleri mağlubiyet psikolojisine düşürecek tarihi izahatlardan kesinlikle uzak durulmalıdır. Çünkü özgüvenini yitiren bir toplum ayağa kalkamaz. Tarihimizde hatalar ve yanlışlıklar olabilir; onları yargılarız, gereken dersi çıkarır, geçeriz. Orada takılıp kalmayız. Düşmanın tarihimizdeki olumsuzlukları öne çıkartıp istismar ederek, kendi lehine kullanıp bizi ezmesine de fırsat vermemeliyiz; tıpkı geçmişteki “450. yıl kutlamaları” örneğinde olduğu gibi.

Ortaya koyacağımız tarih kurgusu, topluma kimlik ve güven duygusu vermeye odaklı olmalıdır. Ben Adigeyim, Abazayım, Osetim, Çeçenim diyen biri, tarihte ne kadar geriye gidebildiğini, bu kimliğin kendisine hangi başarıları armağan ettiğini görebilmelidir.

Bu sözüyle, kaç yüzyıl veya kaç bin yıllık bir tarihin parçası haline geldiğini, hangi medeniyet ve kültürel değerlerle kucaklaştığını bilebilmeli, bunun gururunu yaşayabilmelidir. Bu kurgu ayrıca, kimliğini geleceğe taşıma arzusu da oluşturmalıdır.

Bir millet çocuklarına tarihini öğretemezse, onları kolayca kaybeder. Tarih ise sadece okul müfredatlarıyla öğretilmez. Tarih geniş kitlelere, roman, hikaye, tiyatro, film v.d formlara sokularak da aktarılır. Bu alanlarda mutlaka kaliteli ve seri üretimler yapılmalıdır.

Nitzche’den mülhem bir şekilde ifade edersek, şunu da unutmayalım: ordular savaşır, biri diğerini yener ve bir toplum diğer toplum üzerinde egemen olabilir. Ama bu sadece bir sonuçtur. Asıl yenilgi, toplum kendi geçmişini, inançlarını, kültürünü unutup, yerine işgalcinin tarihini, kültürünü, habzesini benimsediğinde gerçekleşir. Bu sebeple tarih anlayışımız, topluma her şartta değerlerini koruma direnci aşılamalıdır.

***

Tarihimize bakışla ilgili bu temel çerçeveyi çizdikten sonra Kafkasya’ya dönersek…

Toplumların oluşum süreçlerini içeren antik dönem sonrası,  yani 375 yılına karşılık gelen ortaçağın başlangıcından itibaren dikkate alırsak, pek çok kavim Kafkasya’yı istila etmiştir: Hunlar, Hazarlar, Araplar, Moğollar… Hepsi Kuzey Kafkasya’dan geçmiş, bu arada demografik ve sosyal yapısına ağır darbeler vurmuştur. Ama hiçbir şekilde bu halkları yok edememiş, sonunda çekip gitmişlerdir.

Bunların ardından gelen Çarlık Rusyası, 16. yüzyılın sonundan itibaren 300 yılı aşkın bir süre devam eden tazyiklerinden sonra 1864 yılında Kuzey Kafkasya’nın tamamını fiilen işgal etmiştir. Uyguladığı soykırım ve sürgünle bu coğrafyanın insanlarını tarihin dışına itmeye çalışmıştır.

Peki başarabilmiş midir?

Çok zarar vermiş, çok yıkım yapmış ama başaramamıştır.

Bunun kanıtı ise 150 yıl sonra hala ülkesinin ve kimliğinin peşinde olan anavatan ve diaspora Çerkesleridir.

***

Ortaçağın başlangıcından buyana olan zamanı kastederek söylüyorum, Abhazya’da 200 küsur yıl devam eden krallık dönemi hariç halklarımız tarihte bir devlet kuramadı; niçin?

Evet, bugün anmak için toplandığımız 1917 Şubat ihtilaliyle kurma çalışmaları başlayan, 11 Mayıs 1918 de bağımsızlığını deklare eden ve 1921 Haziranı’nda sona eren ve tarihimize altın harflerle geçen Kafkasya Dağlı Halklar Cumhuriyeti orta çağ sonrasında kurmayı başardığımız tek devlettir.

Niçin devlet kuramadık sorusunun cevabına gelince….

Çünkü biz tarihte kent kuramadık ki devlet kurabilelim. Devletler genel olarak şehirlerde doğmuştur. Eğer şehirlerimizi kurup, bir kent toplumu ortaya çıkarabilseydik tarihin seyri çok farklı olabilirdi.

Kent niçin önemli?

Çünkü kent yaşamı, kamusal yaşam, toplu yaşam demektir. Kent olmayınca, tabii olarak kentlere mahsus kurumsal yapılar da olmuyor. Kamu yaşamı örgütlenmeyi, kayıt tutmayı ve yazmayı gerektirir;  tabii onun kurumları olan okullar ile ticari kurumları, imalathaneleri, vakıfları ve zenaat örgütlenmelerini de… Eğer kendi kentlerimizi kurabilmiş olsaydık devlet çatısı altında kabile yapısından sıyrılıp uluslaşabilecektik de. Ama biz tarihin bir noktasında, 200 yıl öncesinde takılıp kaldık.

Bu söylediğimiz bir olgu, bir tespittir.

Peki sebebi nedir?

Tabii ki sebeplerin başında, uğranılan bitmek tükenmek bilmeyen saldırılar ve işgal girişimleri vardır. Halklarımıza devletleşecek bir fırsat verilmemiş, savaşlarda büyük nüfus kayıpları yaşanmıştır.

Ama diğer bir sebep de kendimizden kaynaklı: oluşturulan yaşam şekli ve toplum düzeniyle ilgili. Sosyal yapıdaki sınıfsal ayrışma, birlik oluşturmanın önünde önemli bir engel olmuştur.

Soylular yaşadıkları topraklarda kurdukları küçük kolonileri korumakta ısrar etmişlerdir. Soylular, bir devletin bünyesinde olmayı düşünmemiş, kendilerinin hakim olabileceği küçük hükümranlık bölgelerini muhafaza etmeyi tercih etmiş ve yeterli görmüşlerdir. Bu anlayış, bütünleşip büyümelerinin önündeki en büyük  engellerden biri olmuştur. Zor durumlarda kaldıklarında, saldırıya uğradıklarında büyük prenslerin, beylerin etrafında geçici koalisyonlar kurarak düşmanlarına karşı savaşmışlar ama işleri bittiğinde mevcut düzenlerini devam ettirmişlerdir. Bunu bir devlet örgütlenmesine çevirememişlerdir.

Bunun iki istisnası vardır; Batı Kafkasya’da 1839 yılında Batılı devletlere hitaben yayınlanan beyanname ve Haziran 1861’de yayınlanan bağımsızlık deklerasyonları. Bunlar dağınıklığın giderilmesi, bir devlet yapısına geçme arzusuna dair bir irade beyanı olmakla birlikte maalesef somut olarak hayata geçememiş ve bir tasavvur olarak kalmıştır.

***

Peki 1918 de ne olmuştur da devletleşme yönünde bu kadar istekli ve kararlı davranabilmişlerdir?

1864’te büyük sürgün sonrası Kuzey Kafkasya’da kalanlar için hayat devam ediyordu.

Bu tarihten sonra doğanların tamamı Rus devlet yapısının içine doğdular. Bu devletin okullarında eğitim aldılar, kurumlarında görevler üstlendiler. Böylece Rus sistemi içinde devlet yapısını yakından tanıdılar. Makro planda devlet yönetimi yani siyaset hakkında, devlet organlarının oluşumu ve bürokrasinin işleyişi hakkında fikir sahibi oldular.  Sonra da bu bilgilerini halklarının içinde yaşadığı sorunların çözümüne adapte ettiler.

Bu öncü kadrolardaki devlet olma iradesini ortaya çıkaran vasat, tamamıyla almış oldukları iyi eğitim ve yaşayarak tanıdıkları devlet yapısıdır. Musa’nın Firavun’un sarayında yetişmesi gibi yeni cumhuriyetin kadroları da Çar devletinin kurumları içinde veya dışında, devlet yapısını ve işleyişini görerek yetişti.

Örneğin, devlet başkanlığı yapacak üç isimden Abdülmecid Çermoy ve Mikail Halil askeri okullarda okuyarak ordu kurumunda görev yaparken, Pşimaho Kotse de hukuk fakültesini bitirerek avukat olmuş, adliyesi, tapu birimleri v.s. ile devlet kurumlarıyla sürekli ilişki halinde olmuştur. Yani bu kadrolar devleti ve kurumlarını içinde yaşayarak tanımışlardır. Hakeza diğer akranları da benzer süreçlerden geçmiştir.

İlk nesil daha gençliklerinin baharında ülkeyi saran 1905 olaylarıyla siyasetle tanıştı. Siyasi çatışmaların ve çekişmelerin olduğu bir ortamda piştiler.

Şubat 1917 ihtilali patladığında devletin işlevini ve ehemmiyetini bilen, devletin kurumlarını tanıyan bu kadrolar, sorunun çözümü için aynı öneride mutabık kaldılar: kendi milli devletlerini kurmak.

Tahsil ve tecrübeleri onları mikro milliyetçilik tuzağına düşmekten korumuş, hızla bir araya gelip örgütlenmeyi becermişler ve devletleşme süreciyle ilgili adımları atmışlardır.

Önce bölge icra komitelerinin kurulması, ardından bütün Kafkasya bölgeleri temsilcilerinin katılımıyla gerçekleştirilen Terekkale ve Andi kurultayları tarihimizde benzeri olmayan çok önemli başarılardır. Eğer bu kurultaylar iyi yönetilmeseydi, bu kongrelerden mutabakat değil, anlaşmazlık, dağılma ve bozgun da çıkabilirdi. Hele ki kızıl ve beyaz ajanların cirit attığı bir ortamda…. Bu sonuçlar o kadroların dirayetini ortaya koyuyor.

Bu kadrolar o kaos içersinde olayları da iyi okumuş, hedef revizelerini yerinde ve zamanında gerçekleştirmişlerdir. Şöyle ki:

– Yola çıkarken gerçekleştirdikleri ilk genel toplantı olan Vladikafkas Kurultayı’nda Rusya Birliği içinde bir statü kazanmayı hedefliyorlardı.

– Andi Kongresi’nde bu eğilim değişti, icra kuruluna bağımsızlık ilanı için yetki verildi.

– Ekim 1917’de Bolşeviklerin iktidara el koymasını, Kafkasya Dağlı Halklar Genel Kongresi Merkez İcra Komitesi’nin tanımadığını ilan ettiler,

– Komite 20 Kasım 1917’de ünvanını geçici hükümete çevirdi ve Abdulmecid Çermoy Başbakan oldu.

– 21 Aralık 1917’de Rusya Anayasası yapımına katılmayacağını, Rusya’dan ayrılmış bağımsız bir devlet olduğunu ilan etti.

– 11 Mayıs 1918’de ise KDHC’nin kuruluşu bir nota ile İstanbul’dan bütün dünya milletlerine ilan edildi.

***

Kuzey Kafkasya Dağlı halklarının Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan’ın bağımsızlık sürecine örneklik teşkil etmesi de doğurduğu sonuçlardan biridir.  Bu üç bölge, Kuzey Kafkasya Dağlı Halkları’nın tavırlarından cesaret almış ve onun ayak izlerini takip ederek kendi bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir.

***

Başka ne başarmışlardır?

Ayrışmaya sebep olacak tuzaklara düşmemiş, fitneleri bertaraf etmişlerdir.

– Kafkasya halkları siyasi yapılarını oluştururken etnisitelerin problem olmasına fırsat vermemişlerdir. Dayanışma ve birlik ruhunu tesis etmeyi başarmışlardır.

– Yine aynı şekilde ideolojilerin ayrıştırmasına fırsat vermemişlerdir. Sosyalistler, İslamcılar, Sosyal Demokratlar, Liberaller hatta Çara yakın duranları bir araya getirip, bir birlik, bir cephe oluşturabilmişlerdir.

– Andi Kurultayı’nda Uzun Hacı, Gotsatlı Necmeddin gibi dini liderlerin mücadeleye dahil edilmesi oldukça stratejik bir hamledir bunu da başarıyla gerçekleştirmişlerdir.

– Aynı şekilde Abdülmecit Çermoy’un 10 Aralık 1918 günü Terek Kazakları ile Kuzey Kafkasya Hükümeti arasında Terek Kazaklarının Kuzey Kafkasya birliğine dahil olduklarına dair bir anlaşma imzalaması da aynı şekilde stratejik bir adımdır.

– Ayrıca diasporayla temas geliştirmiş ve birlik sağlamışlardır. Kafkas İslam Ordusu’nun hazırlanması ve Kafkasya’ya gitmesinde doğrudan diaspora Çerkesleri’nin etkisi olmuştur.

***

Peki bu başarılara rağmen bu cumhuriyet niçin yıkıldı?

Devletleşme girişiminin başarısızlıkla sonuçlanmasının sebebi, öncü kadroların başarısızlığı değil, karşıdaki orantısız güçtür. Yani zor, oyunu bozmuştur.

– O kaos ortamı içersinde oluşturulan kurumlar hakkıyla faaliyet icra etme fırsatı bulamamıştır. Devlet, kadro yapısı, ekonomik yapı ve askeri donanım olarak zayıf kalmış, takviye edilememiştir.

– 11 Mayıs’ta bağımsızlığın ilanından sonra kızıl ordu tümenleri Kafkasya’ya sevk edilmiş; Beyaz ordu da önemli bir gücü Kafkasya’ya kaydırmıştır. İki ateş arasında kalan KDHC savunma güçleri ağır bir darbe almıştır.  Bu arada Rusya genelinde savaşan ve önemli bir kuvvetini Kafkasya’nın işgaline kaydırmış olan Beyaz Ordu bunun bedelini ağır ödemiş ve sonunu hazırlayan yenilgiyi Kafkasya’da almıştır. Böylece bölgede hakimiyet kızılların eline geçmiştir.

Bütün bunların sonunda hükümetin kuruluşunda görev alan kadroların tamamı yurt dışına çıkmak zorunda kalmış, gurbet ellerde vefat etmişlerdir.

***

Peki 11 Mayıs 1918’den günümüze ne kaldı?

Bazı tarihler simgeledikleri değerler itibariyle çok önemlidir. Bu tarihler tezlerimize dayanak teşkil eder, iddialarımıza tarihi derinlik katarak güç verir.

Kuzey Kafkasya Dağlı Halklar Cumhuriyeti’nden bize kalan “bağımsız bir milli devlete sahip olma” idealidir.

Onlar bu deneyimleri ile,

– Devlet olma iradesini ortaya koydular,

– Hazar ve Karadeniz arasını yurt olarak tanımlayarak siyasi sınırlarımızı çizdiler,

– Kafkas halklarının ortak hareket edebileceğini ispat ettiler,

– Bütün siyasi görüşlerin ve dini oluşumların omuz omuza çalışabileceğini gösterdiler,

– Anavatan-Diaspora bütünleşmesinin ne kadar önemli olduğunu fiilen ortaya koydular.

Bu hususlar bugün de idealimizin köşe taşları ve enerji kaynağı olmaya devam ediyor.

***

Bu vesileyle iki hususta uyarıda bulunmayı da görev kabul ediyorum.

Düşman uyumuyor ve bütün gücüyle bizi tarihimizden ve bize miras kalan ideallerden uzaklaştırmaya çalışıyor. Ciddi şekilde beşinci kol faaliyetlerine muhatabız. İçimizden bazı isimleri etki altına alarak bu ideallerimizi baltalamaya, aramızda onulmaz çatlaklar oluşturmaya çalışıyorlar.  Bunlara karşı çok uyanık olmalıyız.

Bir kısım yapılanmalar Sovyet döneminde berheva edilen halklar arasında dayanışma ve birlik ruhunun yeniden oluşmaması için ellerinden geleni yapıyor. Mikro milliyetçilik pompalayarak ayrılık tohumlarını yeşertmek için büyük gayret gösteriyor. Farkında veya değiller, bunların bir projenin piyonları olduğundan şüpheniz olmasın. Kuzey Kafkasya Birliği ideali kimsenin etnisitesinden, dilinden, kültüründen vazgeçmesini önermiyor. Herkes kendisi olsun ve öyle kalsın, buna bir şey diyen yok. Ancak güvenlik olarak, ekonomik olarak, dış siyasette birlik olmalarını nüfus yapılarındaki dezavantajlı durum dayatıyor. Bu dezavantajı başka türlü telafi etmek mümkün değil.

Yine aynı şekilde ideolojik ayrılıkları keskinleştirerek nifak sokmaya çalışan gruplara da dikkat çekmek istiyorum. Bu grupları da ideolojik bağnazlıklarını kullanarak kancalıyorlar. Örneğin 1918 devletini gözden düşürmek için, bu yapının Bolşevikliğe karşı savaştığını, Lenin’e tavır aldığını söyleyerek “karşı devrimciydiler” yaftalamasını kullanıyorlar. Enternasyonalizm hikayeleriyle milli devletlerinden soğutuyorlar.

Bunların hepsi de küçük gruplar. Kalabalıklar üzerinde bir etki oluşturamayan, halkın dışladığı, marjinal gruplar. Bunları değilse de bu grupları manuple eden düşmanı önemsemek, uyanık olmak lazım. Biri tutmazsa başka bir şeyi deneyeceklerdir. Ama her yolu deneyecek, öncelikle bizi bizimle yok etmeye çalışacaklardır. İçimizde dolaşan ajanlara, provokatörlere karşı çok uyanık olmamız gerektiğini bilelim.

Beni sabırla dinlediğiniz için hepinize çok teşekkür ediyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu