YazarlarYılmaz Dönmez

Sovyet Rusya Sömürgeciliği Dönemi Dil Politikaları.

yilmaz-donmez
YILMAZ DÖNMEZ GENEL SEKRETER

Sovyet Rusya sömürgeciliği döneminde, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği hayati menfaatini işgal ettiği tüm coğrafyalarda Rusça konuşan ve her türlü milli ve dini değerlerini terk etmiş, komünist kültürüne sarsılmaz bir inançla bağlı bir topluluk yaratmakta görüyordu. Dönemin idarecileri tarihsel tecrübelerini göz önüne alarak özellikle Müslümanları “komünizmi hazmetmeyecek, itimat edilmez bir kitle olarak” görmüşlerdi. Bu nedenle özellikle Müslüman Kuzey Kafkasya halklarını yok etmek için sistemli ve planlı birçok metot uygulamışlardır.

Sovyet anlayışına göre milletler iki sınıfa ayrılmaktadır. Birincisi; “Bütün halkların önderi, büyük ağabeyi, sosyalizmin yaratıcısı, yöneticisi büyük Rus milletidir. İkincisi ise güya her şeylerini Rus milletine borçlu olan ve bu nedenle inançlarını, kültürlerini ve yaşam şekillerini büyük ağabeylerine uydurmak zorunda olan diğer milletlerdir. Rus olmayan Sovyet Cumhuriyetlerinde idare doğrudan doğruya Moskova’ya bağlı idarecilerin elindedir. Zira o dönemde yerli milletlerin komünist şeflerine dahi güven duyulmamaktadır.

Herkes bilir ki, bir toplumun duyuş ve düşünüş birliğini oluşturan, gelenek durumundaki her türlü yaşayış, düşünce ve sanat varlıkları ile zaman içerisinde yarattıkları ve inandıkları değerler bütünü o toplumun kültürünü oluşturur. Kültürünü ve anadilini yitiren bir halk topluluğu yok olmuş demektir. Sovyetler, işgal ettikleri coğrafyalardaki milletleri fiziken yok etme gayretlerinin yanı sıra, egemenlikleri altındaki milletlerin milli kültür ve anadillerini de asimile etmeye azami özen göstermişlerdir. Kızıl Moskova’nın “dışı milli, içi sosyalist kültür” formülü tam manası ile demogojik sömürüdür. Yerel halkların kültür gelişimlerini ve geleceklerini Rus komünist sınıfının menfaatleri, yani kültür emperyalizmi tayin etmekte idi. Dönemin komünistleri tarafından, milletler arasındaki her türlü farklılıkların ve milli üstünlüklerin kaldırıldığı iddia edilse de, diğer taraftan sınıfsız bir toplum yaratma amaçlarını her fırsatta yinelemişlerdir. Sovyetlerce ilmi-doktirinel dayanak olarak kabul edilen Marksist Doktrinde sınıfsız bir topluluğa “ancak gayri milli cemiyet merhalesi atlatıldıktan sonra ulaşılabileceği” belirtmektedir. Moskova’nın şoven Rus komünistleri de bu doktrini, esaretleri altındaki tüm milletleri Ruslaştırmak suretiyle tahakkuk ettirmek istemişlerdir. Bunun en bariz örneğini de yerel halkların anadillerini ve edebiyatlarını Ruslaştırmaya çalışarak göstermişlerdir.

Anadil bir toplumu ulus yapan en büyük nişandır ve taşıyıcısı olduğu ulusun yaşam kaynağı, can damarıdır. Milli tarih ve edebiyat her zaman milli şuurun ve bireylerin kimlik bilincinin ilham kaynağını oluşturur. Milli şuur ise vatana, kimlik bilincine, anadile, kültüre sıkı sıkıya bağlılık ve mutlak surette özgür bir yaşam ideali ile alakalıdır. Dönemin Sovyet hükümeti bu durumu çok iyi bildiği için, yerel halkların anadilleri ve edebiyatlarını yok edici birçok özel önlemler almış ve insafsızca da uygulamıştır. Amaç yerel halkların dillerini yavaş yavaş sistemli bir şekilde büyük ağabey Rus dili ile birleştirmek suretiyle ortadan kaldırmaktır. Bu amaçlarını da Rus olmayan halklar arasında Rusçayı direkt olarak yaymak şeklinde tezahür etmiştir. Tüm resmi dairelerde, okullarda, partilerde, orduda, vb. hayatın her alanında Rusça konuşulma zorunluluğu yaratarak, yerel halklar direkt Rusça ile muhatap edilmiştir. Rus dili Sovyet hukuku tarafından birleştirici bir dil olarak kabul edilmiştir. Komünist kalemler tarafından yazılanların tersine anadil hakkı hiçbir zaman yerel halkların mutlak bir hakkı olarak görülmemiştir. Yerel halkların dilleri sadece hâkim kuvvetin bütün dilleri Rusça ile birleştirmek emellerine zarar veremeyecek dereceye düştüğünde himaye görmüştür.

Uzman Rus dil bilimciler tarafından yerel halkların anadilleri üzerinde “dil ıslahatı” adı altında birçok tadilatlar yapılmıştır. Amaç diğer dilleri Rus dili ile gramer yapısına benzetmek ve yakınlaştırmak olmuştur. Yerel dillere karşı yapılan kasıtlı uygulamaların başında “Milli Şuuru ve Anadilleri Parçalama” metodu yer almaktadır. O dönemde Rus olmayan halkların milli birlikleri kabileler şeklinde parçalanmış, aynı dillerin lehçeleri tamamen farklı bir dilmiş gibi isimlendirilerek başarılı bir algı operasyonu yaratılmıştır. Rus dili bütün vasıtalar ile hayatın her alanında yaygınlaştırılırken, yerel halkların anadillerine ait bölgesel lehçe ve şive farklılıkları kasten daha da derinleştirilmiştir. Bu şekilde aynı etnik kökene sahip, aynı anadili konuşan halklar birbirleri ile anlaşamaz hale getirilecek, ortak ve resmi dil olan Rusçayı etkin bir şekilde kullandırarak Rusça etrafında birleşmeleri ve anlaşmaları sağlanacaktı.

Yine bu dönemde kominizm rejimi edebi Rusçayı büyük bir kıskançlıkla koruduğu halde, yerli halkların edebi dillerini “milliyetçilik enjekte eden, kapitalizim ideolojisini yaşatan diller” olarak görmüştür. Yerel halklardan edebi dili savunan şair, yazar, âlim gibi aydın kadrolar zaman zaman şiddetli bir şekilde cezalandırılmış, bu insanların edebi dil faaliyetleri “kültür cephesinde aksi devrimcilik” şeklinde değerlendirilmiştir. Fakat bütün bu insafsızca asimile hamlelerine karşı yerel halkların mukavemeti de o derece dirençli olmuştur. Bunun en güzel örneği de Çerkeslerin yaşadıkları tarihi sürgün, soykırım ile her türlü asimile politikalarına karşı bugün dahi anadillerini unutmamış olmalarıdır. İmha edilen aydın milliyetçi kadroların yerini Komünizm yardakçısı aydınlar kadrosu almıştır. Bu aydınlar her şeyi Rusçadan tercüme etmek suretiyle “dışı milli, içi sosyalist işçi-emekçi kültürünü” meydana getirmeye çalışmışlardır. Yerel halkların milli şuurunu idealize eden eserlerinin tamamı yakılarak rejimin gazabına uğramıştır. Sovyet rejimi altında inleyen yerel halk aydınlarının sadece rejime zararı olmayacağı düşünülen eserlerinin kısmi olarak yayınlanmasına izin verilmiştir.

Yerel halkların antik çağlardan beri kullandıkları anadillerine yerleşmiş olan Arapça, Türkçe, Farsça gibi tabirler atılarak yerlerine Rusça tabirlerin kullanılması zorunluluğu getirilmiştir. Marksist-Leninist fikrin savunucularının sloganı “Doğu Cumhuriyetlerinin (Kafkasya) yerel dillerindeki Arap ve Farsça tabirler İslam medeniyetinin hâkimiyeti neticesindedir. Şimdi ise sosyalizm medeniyeti devridir ve bu medeniyetin dili de Ekim Devriminin dili olan Lenin dilidir. Yani Rusçadır. Bunların yerine Sovyet Sosyalist kültürünün yarattığı sayısız kelimeler kullanılmalıdır.” şeklindedir. Bu şekilde hiçbir ilmi değeri olmayan sıradan Rusça sözcükler devrim adı altında yerel dillere monte edilmiş olup bugün bile bu sözcükler yerel halkların dilleri içerisinde kendisini muhafaza etmektedir.

Özellikle Müslüman yerel halklar için din ve dil açısından birleştirici rol oynayan müşterek Arap alfabesi kaldırılmış, yerine önce Latin daha sonra da Rus Kiril alfabesi konulmuştur. Bu arada Türkiye Cumhuriyetinin 01 Kasım 1928 tarihinde Latin alfabesine geçmesi ile birlikte birkaç yıl sonra Sovyetlerde Latin alfabesinin kaldırılması çok manidardır. Çeşitli teknik sebepler ileri sürülse de asıl amaç, Türkiye’de yaşayan Kafkasya menşeili halkların, Rusya sınırlarında yaşayan aynı menşeili halklar ile bağlarını kopartmaktır. Latin alfabesinin kaldırılarak Kiril alfabesinin tüm yerel halklar için dayatılması ile birlikte “Böl, Parçala ve Yönet” prensibi net bir şekilde kendisini göstermiştir. Yalnız tamamen farklı diller için değil, Adigece örneğinde olduğu gibi (Batı-Doğu Diyalekti) aynı dilin şive ve lehçeleri için dahi özel alfabeler uydurulmuştur. Ruslaştırılmış alfabelerin dayatılmasındaki amaç, yerel halkları dilleri üzerinden Rus kültür ve diline entegre etmekten başka bir şey değildir. Zamanında İdil-Urallıları ve Türkistanlıları “Ortodoks kilisesinin rehberliği altında güya medenileştirmekle meşgul olan” ünlü misyoner İlminski dahi bu düşünceyi şu şekilde itiraf etmiştir. “Rus olmayan milletlerin Rus dil ve kültürünü kolaylıkla öğrenmeleri için Rus Kiril alfabesi bir vasıtadır. Bu vasıta ile Rusya’da yaşayan muhtelif milletler, hâkim Rus milleti ile birleşebilirler.”

Dönemim Sovyet Rus dil bilimcileri, bilim adamı olmanın sorumluklarını bir kenara iterek her şeyden önce Komünist-Rus emellerine hizmet etmeyi asli görevleri saymışlardır. Öncelikli görevleri yerel halkların dillerini sistematik bir şekilde yok etmek için metotlar ve temeller hazırlamak, fonetik yönden de Rus diline yaklaştırmak olmuştur.  İşe de büyük Rus dilinin yeniden doğuşunda tercüme edebiyatının hayati önemi vardır diyerek diğer dillerde yazılmış olan eserleri Rusça tercüme ettikten sonra asıl nüshalarını imha etmekle başlamışlardır. Sovyetlerde resmiyet kazanan dil politikalarına göre; “Beşeriyet bir dilden başlamış değildir, beşeriyet tek bir dile doğru gitmiştir, gitmektedir. Dil biliminin görevi var olan dillerin birleştirilmesi hareketini hızlandırmak ve kolaylaştırmak için dil yaratıcılığı tekniğini kullanmaktan ibarettir.” Yine aynı dil bilimciler tarafından “Gramerin zenginleştirilmesi” adı altında gayri-Rus dillerine Rus dili kuralları kasıtlı olarak sokulmuştur. Örnek olarak; cümle yapısı, canlı ya da cansızları ifade eden ekler, şahıs isimlerinin sonuna ov, ova gibi Rus tarzı yazılışların konulması gösterilebilir.

Sovyet Rusya sömürgeciliği döneminde Ruslaştırma faaliyetleri sadece dil konusu ile sınırlı kalmamış, yerel halkların inanç, kimlik bilinci, kültür, sanat, edebiyat, tarih gibi milli değerlerinin her alanında kendini göstermiştir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu