Hikâye

Alamıs

 

Yazan: Mikha Lakırba

Türkçesi: Oktay Chkotua

 

Alamıs diye bir söz var Abhazlarda.

Bu kelimenin onlar için anlamı o kadar derin, kapsamı ise o kadar geniştir ki…

Ağustos sıcağı altında Gudauta kentinin ortasından geçen cadde üzerinde sahile doğru ilerliyordum ki, envai

çeşit çiçeklerle bezenmiş küçücük bir bahçenin ortasındaki yamuk iskemleye ilişmiş yaşlı biriyle karşılaştım. Hal-hatır sorduktan sonra beni yanına davet etti. Birazdan laf lafı açmış, yaşlı adamın anlattığı geçmişe ait hikayelere dalıp gitmiştik.

Yaklaşık kırk sene kadar önceydi, bir gün kız kardeşimin gözlerine şiddetli bir hastalık musallat oldu.

Götürmediğimiz yer, göstermediğimiz doktor kalmadı. Ama ne çare; hiç bir fayda bulamadık… Sonunda yine tedavi amacıyla başka bir ülkede, dayılarımızın yanında  bulunduğumuz günlerde, durumu daha da kötüleşip, bundan böyle hayatına ancak kör olarak devam edebileceğini anlayınca kızkardeşim ne yazık ki bir trenin altına atlayarak yaşamına son verdi. Eve geldiğimde kalabalık her yeri doldurmuş durumdaydı. Paramparça hale gelmiş zavallı kızkardeşimi getirmiş, tahta bir sedirin üzerine boylu boyunca uzatmışlardı. Başıma gelen felaketi anladığımda buz tutmuş değirmen taşı gibi kalakalmıştım. Tam bu sırada zavallı kardeşimin başına üşüşmüş duran kadınların sözleri beynimde zonklamaya başladı. “Neden erkekler gibi pantalon giymiş ki?” diye soruyorlardı. Meğer benim pantalonlarımdan birini giyiyormuş. Ancak kadınlar üzerindeki o elbiseleri çıkarınca altından beyaz peynir gibi bembeyaz ve tertemiz elbiselerini de alta giymiş olduğunu gördüler.

“Niçin pantalon giymiş? Neden buna ihtiyaç duymuş?” diye hala kavrayamadıkları bu durumu sorup

duruyorlardı kadınlar… Oysa ben, kızkardeşimin neden pantalon giydiğini biliyordum, alamıs!… Evet, alamıs için. O, trenin altına atlarken bile, daha sonra orasının, burasının açılıp görünmesinden korkuyor, utanıyordu. İşte bu yüzden erkek pantalonu giymişti.”

Yaşlı adam, kafasını kaldırıp, hüzün dolu gözlerle bir süre yüzüme baktıktan sonra konuşmasına kaldığı yerden devam etti.

İnanılması güç ama, o dehşet verici kararını aldığında bile “bu yabancılar beni açık saçık görmesinler,” diye düşünmüştü. Ölümden bile daha güçlüymüş utanma duygusu!..

Abhazlarda evlilikleri bile Kiliseye, Camiye veya başka bir yere tescil gereği yoktur. Abhaz’ın taktığı yüzük, verdiği söz, ya da yaptığı düğün yeterlidir, çünkü alamısın gereği budur.

Bir çok yerde söylenirken duydum;“Biz Abhazlar sayıca o kadar azız ki, topumuzun gücünü bir araya getirip bir

horozun kuyruğuna bağlasalar, o horoz uçup gidebilir, ancak bir tek Abhaz’ın alamıs duygusunu iki yüz mandaya çektirmeye kalksan, yerinden bile oynatamazsın!”

Ayrıca, Abhazlarda teşekkür edildiğinde “Düşmanın sana teşekkür etsin”denir. Çünkü eskiden beri asıl olan,

düşmanı pusu kurarakvurmak değil, onu teşekkür edecek hale getirmekti.

Kahramanlık olarak nitelenen buydu, “Adam” diye de ona denirdi. İntikam almak o kadar güç değil ki, hayvan bile intikam alabilir. Eşeği kızdırsan çifte atar, köpek ise ısırır… Abhazlar bu yüzden“Teşekkür ederim”denildiğinde

“Düşmanın sana teşekkür etsin” derler. Çünkü önemli olan,alamısın gereği olan budur.

Alamıs… işte böyle bir şey.

Abhazların tükenmek bilmeyen halk söylencelerinde ve şarkılarındabu kadar önemli olması da işte bu yüzden.

Kısa bir süre önce Atçandara köyü meydanındaki ulu çınar ağaçlarının gölgesinde hoşça vakit geçiren köylülere rastladım. Köylülerin kimi şarkı söylüyor, kimi de halk oyunlarındaki hünerlerini sergiliyordu. Bir ara oturup hikaye anlatmaya başladılar, ben de can kulağıyla dikkat kesildim.

İkinci dünya savaşı başlayalı üç yıl kadar olmuştu, diye söze başladı köyün öğretmeni.

Düşman, dağların derinliklerinden iç bölgelere sızmak istiyor, bunun için de köylülere akıl almaz zulümler uyguluyordu. Bir kısmını zorla esir alıp kendi ülkelerindeki kamplara gönderirken, direnenleri ise büyük küçük demeden topluca yok ediyordu.

Ancak,sadece av hayvanların ve usta avcıların aşabildikleri derin uçurumlarla çevrili aşılmaz geçitlerden dolayı düşman daha fazla ilerleyemiyordu.

Bir gün,yayladaki dar geçitlerden birinde ilerleyen  düşman keşif birliği, hayvanlarının yanında bulunan dedesine yemek götürmekte olan küçük bir Abhaz kızıyla karşı karşıya geldi. Meşiya adındaki bu kız, oniki yaşlarındaydı. Ancak buna rağmen karşı karşıya olduğu durumu hemen kavramış ve geçidin yerini öğrenmek isteyen düşman askerlerine olanca saflığıyla “beni takip edin” diyerek yola koyulmuştu. Küçük kız,yaylanın sis bulutları içerisinde hızla süzülerek hava kararıncaya dek askerleri ardından sürükledi. Ancak gittikleri yön geçide değil, yolu bilmeyenler için geri dönüşü olmayan bir bölgeye doğru idi. Meşiya, amacını anlarlarsa başına gelecek olanları da gayet iyi biliyordu, ancak hiç bir  korku emaresi göstermeden kafasına koyduğu şeyi gerçekleştirmeye gidiyordu.

Sabaha karşı, artık yorgunluktan bitap düştükleri bir anda, hızla kendisini uçurumun kenarından aşağıya doğru salladı… Ardındaki askerler ise ancak o zaman anladılar içine düştükleri tuzağı… Peşisıra ateş ediyor,

ancak bir türlü isabet ettiremiyorlardı. Meşiya en sonunda yaralandı ve bir hayli de kan kaybetti. Ancak herşeye rağmen kendisini kurtararak o taraflarda bulunan bir kızılordu karakoluna ulaşıp durumu anlattı. Onlarda kısa bir süre sonra düşmanın keşif kolunu kıskıvrak yakalamayı başardılar.

Bütün bunlardan sonra da küçük kıza da sormadan edemediler:

-Sana, daha bu yaşında bunca cesareti kim verdi?!

-Alamısım! –dedi Meşiya, hiç duraksamadan.

..

Evet Alamıs! vatan sevgisi, arkadaşlık, misafirperverlik, acıma duygusu, zorda kalana el uzatma, yanlışı bağışlama… işte bütün bunların tamamı“Alamıs” duygusundandır.

Bir Yorum

  1. Merhaba…
    Bu kitabı erkek arkadaşım sayesinde okudum. Onun sülalesine agumbalar diyorlar. Ben sizin kültürünüzü çok beğendim misafir perverliğiniz ve buna benzer aile gelenekleriniz bağlarınız taktir edilesi. Bu kitap gerçekten beni birkere daha bu topluma bağladı.
    Teşekkür ederim…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu